Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Descartes Felsefesi - Metafizik-Fizik ilişkisi
www.arsivbelge.com
Descartes Felsefesi - Metafizik-Fizik ilişkisi dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Descartes Felsefesi - Metafizik-Fizik ilişkisi başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

T.C. ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ, DESCARTES’TE METAFİZİK – FİZİK İLİŞKİSİ, İsmail EKİNCİ

DESCARTES’İN FELSEFESİ

 Modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusu olan, doğayı egemenlik altına almayı amaçlayan Descartes, 31 Mart 1596 yılında Fransa’da Touraine eyaletinin La Haye şehrinde dünyaya geldi.

 Felsefe bir bilimdir ve felsefeyi kesin bir bilim yapmak için geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir diye felsefeyi tanımlayan Descartes, sistem kurmuş filozoflardandır. Matematikten etkilenmiş olan filozof, matematik metodu felsefeye uygulamak gerektiğini savunmuştur. Çünkü felsefede, matematiktekiler gibi sağlam bir yönteme ve sağlam temellere sahip olabilirsek, felsefenin kapsamı içine giren konularda da kesin bilgilere ulaşılabileceğini kabul etmiştir. Yani felsefede başarılı olabilmek ve ilerleme kaydedip, yeni düşünceler elde edebilmek için sağlam bir metot edinmek gerektiğini, bu sağlam metodun da matematik metot olabileceğini savunmuş ve felsefesini bu şekilde oluşturmuştur.


Descartes’in felsefesi üç ana düşünceye dayanır. 1. Ruh ile cisim arasındaki düalizm, 2. Matematik yöntem, 3. “Cogito ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) önermesi. Bu üç düşünce birbirleriyle sıkı sıkıya ilgilidirler. [7] Birinci ve ikinci düşünceleri daha sonraki bölümlerde inceleyeceğiz. Fakat, üçüncü düşünce olan önermeyi burada kısaca açıklamakta, ileriki konular bakımından fayda bulunmaktadır. 

Descartes, “düşünen töz” ile “yer kaplayan töz” arasındaki, yani bilinç ile bilinç dışında kalan dünya arasındaki kesin ayrılığı bu önerme ile temellendirmiştir.

“Gerçeği arayanın, yaşamında bir kez tüm nesnelerden, gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerekir.” [8] diyen Descartes, felsefesine şüphe etmekle başladıktan sonra, aradığı kesin bilgiyi bulur. Kendisinden şüphe edilemeyecek bilgi şüphe ettiğini bilişidir. Şüphe etmekle, şüphe diye bir şeyin olduğunu ve dolayısıyla şüphe eden “ben”inin varlığını apaçık olarak bildiğini belirterek, bu bilginin gerçek bilgi olduğuna, böyle bir bilginin kendisinde bulunduğuna dair artık şüphe etmemesi gerektiği sonucuna varır. Şüphe etmek ise bir çeşit düşünmedir, düşünmenin bir durumudur. “Düşünürken düşünmenin varlığını apaçık olarak yaşayıp bilmekteyim” diyen Descartes, ünlü önermesine ulaşmakta ve “Düşünüyorum, öyleyse varım” demektedir. [9] 

Descartes’in felsefesinin iki temel yönü vardır. Bunlardan birincisi, yoğun bir biçimde bireysel olan bakış açısıdır. Bunu yaparken, öğretilerini sistematik bir şekilde serimlemek yerine, kuşkudan kesinliğe doğru bir seyahat yapar. Descartes’i modern felsefenin kurucusu yapan da dış dünyadan, varlıktan değil, özneden yola çıkmasıdır. Bunu Metafizik Düşünceler’de hep “ben” diye konuşmasından anlayabiliriz. Bu ifadelerinden egoizmini çıkarsadığımız filozof, kendinden önce bu hakikatlere ulaşılamadığını belirtir ve yepyeni düşüncelerle felsefesini kurar. [10] Fakat Descartes, Felsefenin İlkeleri adlı eserinde “bu ilkeler her zaman belli idi ve bütün insanlar tarafından doğru ve şüphe edilmez olarak kabul edilmiştir” [11] diyerek kendi içinde tutarsızlığa düşmüştür. İkinci önemli yönü ise, felsefeyi yeniden kurma arzusudur. Geçmiş filozoflardan alınacak birçok şeyin olduğunu kabul etmekle beraber, onları taklitten kurtulup, yeni şeyler bulmak gerektiğini savunan Descartes, nakilci felsefeye karşıdır ve kişinin kendi bilgi gücünü kullanarak felsefe yapıp, yepyeni düşünceler ortaya koyması gerektiğini kabul etmektedir.

Descartes’in yaşadığı çağda yeni bir doğa ve insan anlayışı ortaya çıkmaktaydı. Açık ve seçik olmayan ve insanları yanlış bilgiye sevk eden skolastik kavramlar yerini hür ve yepyeni düşüncelere bırakıyordu. Araştırma yöntemlerinin yeni baştan oluşturulduğu bu çağda Descartes, bilimlere bir temel kazandırmayı ve ruhla bedeni, tinsel olanla fiziki olanı, geleneksel dini öğretilerle de yeni bilim görüşünü uzlaştırmaya çalışmış ve çağının bilimlerini yeni baştan inşa etmeyi kendisine bir amaç olarak belirlemiştir. Bu yolda ilerlemek için, felsefesine bilgiyi temel edinmiştir. Descartes, bilgi görüşünde gerçek bir rasyonalist, yani akılcı, hatta apriorist ve doğuştancıdır. Algılanan her şeyin zihinde olduğunu söylemiştir ve fikir ya da düşünceleri üç gruba ayırmıştır. Dışardan gelen olgusal fikirler (ideae adventitiae), zihin tarafından oluşturulan düşünceler (ideae a me ipso factae) ve doğuştan getirilen düşünceler (ideae innatea). Bunlardan açık ve seçik olan, bizi bilgiye götüren ideler, yalnızca doğuştan düşüncelerdir. [12] 

Descartes, bütün ilimlerin tam ve anlaşılır bir biçimde öğrenilmesi için felsefe bilmek gerektiği görüşündedir. Ona göre bütün ilimler felsefeden çıkmaktadır ve felsefe ve felsefeciler olmadan bir milletin muasır milletler seviyesine çıkamayacağını düşünmüştür. “Bir milletin fertleri ne kadar iyi tefelsüf ederse, o milletin de o kadar medenî ve incelmiş olacağına inanmak gerektiğini göstermek isterdim; böylece bir devlette mevcut olabilecek en büyük nimet, orada gerçek feylesofların bulunmasıdır.” [13] 

Descartes’in felsefesi ne tek başına metafizik, ne de sadece fizikten ibarettir. Onun felsefesi hayatın ve evrenin görünen ve görünmeyen bütün yönlerini kuşatmayı amaçlayan kapsayıcı bir felsefi anlayıştır. Bunu onun şu meşhur sözüyle özetlemek mümkündür: “Böylece tüm felsefe bir ağaç gibidir: Kök, gövde ve dallar. Kökleri fizikötesi, gövdesi fizik ve dalları da diğer bilimlerdir. Diğer bilimler de başlıca üçe ayrılabilir: Hekimlik, teknik ve ahlak. Burada belirtilen ahlak, diğer bilimlerin tam bir bilgisini gerektiren ve bilgeliğin en son aşamasını oluşturan en yüksek ve tam ahlaktır.” [14] 

DESCARTES’İN METODU VE SİSTEMİ

İnsanın mutlu olabilmesi için, doğayı egemenlik altına almayı amaç edinmesi gerektiğini söyleyen Descartes, bunun skolastiğin sağladığı bilgilerle mümkün olamayacağının farkına varmıştır. Çünkü, skolastik insanı yanlışa götürmektedir. Skolastiğin kavramları açık ve seçik değildir ve bu yöntem doğru bilgi elde etmeye uygun değildir.

Descartes böylece insan aklının gücü yettiği bütün varlıkların bilgisine ulaşmak için, ona her yönde yol gösterecek ve aldanmasına engel olacak gerçek bir metot ve kaideler araması gerektiğini belirtmektedir. “Herhangi bir şey üzerinde, hakikati metotsuz aramaktansa, hiç aramamak daha hayırlıdır.” [15] diyen Descartes, insanların aynı akla (sağduyuya) sahip olduklarını, bu kadar yanlış bilginin kaynağının akıl olamayacağını, insanların yanlışa düşmelerinin tek nedeninin, doğru bir yönteme sahip olmamalarına bağlanması gerektiğini söyler. Descartes, metottan kastettiğinin emin ve kolay kaideler olduğuna işaret etmektedir.

“Hakikati aramak için metot gerektir.” [16] diyen Descartes, kendisini bu yönteme ulaştıracak yollardan biri olan klasik mantığın, bilinenleri başkalarına öğretmekte, genç zekâları çalıştırmakta ve onlara bir disiplin kazandırmakta yararlı olduğunu, ancak yeni bilgiler elde etmekte işe yaramayacağını belirtir. Çünkü ona göre, mantıkta biçim ve içerik ayrılmıştır. Oysa bilgide biçim ve içerik iç içedir.

Aradığı yönteme kendisini ulaştıracağını umduğu diğer yol olan eskilerin kullandığı analize gelince, Platon’dan beri eskilerin matematiğinin en yalın bilim olduğunu ve diğer bilimlerin temelinde yer aldığını, fakat kendi dönemindeki matematiğin bu özellikten yoksun olduğunu belirtir ve eskilerin matematik çalışmalarını incelemeye koyulur. Analiz ve sentez yöntemlerinden analizin daha doğru sonuç vereceğine karar verir ve analitik geometriyi kurar.

Descartes bu önemli buluşunun en önemli noktasını keşfeder ve geometri ile analiz arasında kurduğu paralelizmin aynı şekilde matematik ve diğer bilimler arasında da kurulabileceğini belirtir. Çünkü, ona göre herhangi bir bilimde bir şeyi bilmek demek, aslında sayı ve ölçüden başka bir şey değildir. Bundan dolayı da bütün bilimlerde tek bir yöntem uygulamak olanaklıdır, bu da matematiksel yöntemdir. [17] 

Charles Adam’ın belirttiğine göre, Papaz Picot, Descartes’in matematiği ön plana çıkarışını şu cümlelerle ifade etmektedir: “Son zamanlara değin fizik, doğa biliminin tümü olarak biliniyordu. Matematik de onun bir parçası durumundaydı. Descartes bunu tersine çeviriyor; onunla bu kez, matematik her şey oluyor. Fizik ise onun bir parçası olarak durumunu koruyor.” [18] 

Bundan sonra Descartes, Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde belirttiği üzere, bu matematik yöntemi dört kuralla temellendiriyor.

1. Apaçıklık Kuralı: “Hiçbir şeyi hakikat olduğunu apaçık bilmeksizin hakikat olarak asla kabul etmemek, yani aceleden ve önyargıdan son derece sakınarak haklarında hiçbir şekilde ve hiçbir nedenle şüpheye düşmeyecek tarzda zihnimde açık ve seçik olarak yer alacak şeylerden başka hiçbir şeye yer vermemektir.” [19] 

Bu kuralın nirengi noktası, bir konuyu araştırmaya başlarken önyargısız yaklaşmanın gerekliliğidir. Doğuştan gelen ve yaşam boyunca edinilen önyargılar, bunu zorlaştırmaktadır. Descartes bu zorluğu aşmak için yöntemsel kuşkuculuğu önerir. Yöntemsel kuşkuculuk, sağlam bir nokta buluncaya kadar sezişle apaçık olarak kavranılamayan her şeyden şüphe etmektir. Descartes’in deyimiyle, gerçeği, yani kayayı bulmak için, gevşek toprak ve kumu atmak esasına dayanır. Bu yöntemle elde edilen bilgi, kendisinde şüphe bulunmayan apaçık ve doğruluğu kesin bilgi olacaktır.

2. Analiz Kuralı: “İnceleyeceğim güçlüklerden her birini mümkün olduğu ve daha iyi şekilde analiz etmek için gerektiği kadar parçalara ayırmaktır.” [20] Yani güç ve karmaşık önermeleri basamak basamak, açık ve seçik olarak bilinebilecek basit önermelere indirgemek ve daha sonra karmaşık önermelerin bilgisini elde etmektir.

3. Sıra Kuralı: “En basit ve bilinmesi en kolay şeylerden başlayarak, tıpkı basamak basamak bir merdiven çıkıyormuş gibi, derece derece daha karmaşık olanların bilgisine ulaşmak ve aralarında bir sıralama bulunmayan şeyler arasında bile bir sıra bulunduğunu farz ederek, düşünceleri bir sıra ve düzen içerisinde yürütmek.” [21] Zor ve karmaşık önermelerden basit önermeler oluşturarak, basamak inerek, yine bu basit önermelerden yukarıya doğru karmaşık bilgilere yükselmeyi deneyecek olursak bu metodu takip emiş oluruz.

4. Sayış Kuralı: “Hiçbir şeyi unutmadığımdan emin olacak şekilde, her yönde tam ve mükemmel sayımlar ve genel yoklamalar yapmaktır.” [22] Sayış sürekli, kesiksiz, yeter ve sıralı olmalıdır.

Descartes bu dört kaideyi kurduktan sonra, insan zihninin birtakım doğruları açık ve seçik olarak kavrayabildiğini (sezgi) ve insan zihninin bildiği bazı doğrulardan hareket edip düzenli bir şekilde ilerleyerek, bu doğrulardan henüz bilmediği başka doğruları türetebildiğini (tümdengelim=deduction) görmüştür. Buna göre, biz sezgiyle bazı doğruları açık ve seçik olarak ve doğrudan kavrarız. Tümdengelimde ise, bu doğrulardan kalkarak başka doğrulara bir süreçle, zihnin sürekli ve kesintiye uğramayan bir hareketiyle ulaşırız. [23] 

Descartes, daha sonra sezgi ve tümdengelime gerektiği gibi yol göstereceğine inandığı kurallara dayanarak, sadece aklı temel alarak kendi sistemini kurmaya geçmiştir. Sisteminin mutlak olmasını sağlamak için de, doğru olduğu açık ve seçik olarak bilinmeyen hiçbir şeyi kabul etmemek gerektiğini bildiren yöntemsel kuşkuculuk uyarınca, her şeyden kuşku duymaya ve yanlış ya da kuşkulu olduğunu düşündüğü her şeyi reddetmeye karar verir. Kuşkuyu son sınırına kadar götüren Descartes, bu süreç sonunda, kuşku duyabilmesi için var olması gerektiği sonucuna varmıştır. Böylece kendi varlığından başlayarak, Tanrının varlığına kadar bütün varlığı ispat etmiştir.

Descartes’in bu analiz ağırlıklı, yöntemsel kuşkuculuğa dayanan, kendi varlığından Tanrının varlığına kadar bütün varlığı ispat ettiği yöntemi felsefe için çok yenidir. Bu anlamda Descartes, Modern Felsefenin kurucusu kabul edilmiştir.

DESCARTES’İN METAFİZİK ANLAYIŞI 

Descartes’in metafizik anlayışı, fizik anlayışıyla bağlantılı, hatta neredeyse iç içedir. Bu bakımdan onun metafiziğini kavramadan ve fizikle olan bağlantısını incelemeden madde anlayışına geçmek, madde anlayışının pek iyi ve yerinde anlaşılamamasına neden olacaktır. Çünkü, Descartes’in metafiziği, fiziğinin temelidir. İşte bundan dolayı madde anlayışına geçmeden önce kısaca metafiziğine bakmak yerinde olacaktır.

Descartes’in metafizik anlayışına geçmeden önce, o dönemdeki metafiziğin konumuna bakacak olursak, şunları söylemek mümkündür. O dönemde okullarda metafizik her zaman fizikten sonra yer alırdı. Dolayısıyla metafizik, felsefenin son bölümünü oluşturmaktaydı. Fakat Descartes, bunun tam tersini yaparak metafizikten başlamıştır. Onun bu tavrı, çağının bilim adamları, filozofları ve ilahiyatçıları tarafından dikkatlerin kendisine çevrilmesine sebep olmuştur ve Descartes bu tavrıyla felsefe geleneğini değiştirmiş, çağına damgasını vurmuştur. Felsefe onunla, görünenlerden görünmeyenlere, dünyadan Tanrıya gidişi bırakıp, her şeye metafizikle başlamıştır. [24] 

Descartes metafizikten sadece ilim hakikatine sağlam bir dayanak sağlamasını istiyordu. [25] Yani metafizik, üzerine fiziğin yükseleceği bir temeldi ve fiziğin sağlam olması için metafiziğin sağlam olması gerekiyordu. Tıpkı binanın sağlam olması için temelin sağlam olması gerektiği gibi.

O, metafiziğine başlamadan önce, onun içeriğini kendi ifadesiyle şöyle açıklıyor: “Metafizik, bilginin prensiplerini ihtiva eder. Bu prensiplerde de Allah’ın başlıca sanları (sıfatları) nın, ruhun ölmezliğinin ve bizde mevcut bütün açık ve basit mefhumların izahı bulunur.” [26] 

Şimdi Descartes’in metafiziğinin içeriğini oluşturan Tanrı anlayışını ve ruh nazariyesini inceleyelim. 

a.     Tanrı Anlayışı – Tanrının Varlığının Delillendirilmesi

Descartes, objektif varlık dediği, yani düşüncede var olan varlık fikrinin, kendi düşüncesine kendisi vasıtasıyla geldiğini söylüyor. Kendi varlığının fikri, objektif varlık fikri gibi fikirlerin kaynağının bizzat kendi varlığı olduğunu söyleyen Descartes, kendisinden gelmesine imkân olmayan bir şeyin bulunup bulunmadığını gözden geçirmeye kalktığında, karşısında Tanrı fikrini buluyor. Tanrının, sonsuz, ebedi, değişmez, bağımsız, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir cevher olduğunu ve var olan bütün şeylerin Tanrı tarafından yaratılmış olduğunu söylüyor Descartes. Bu sonsuz cevher fikrinin kendisi gibi sonlu bir varlıkta bulunması, ancak sonsuz bir cevher tarafından konulmuş olmasına bağlanabilir diyen filozof, bu sonsuz cevherin olmaması halinde, bu fikrin kendisinde asla olamayacağını belirtiyor. [27] 

“Bu fikir pek açık ve pek seçik olduğundan ve kendisinde her şeyden daha çok objektif bir gerçeklik ihtiva ettiğinden, kendiliğinden bu kadar doğru olan ve kendisinde bir yanılma ve yanlış bulunduğundan bundan daha az başka bir fikir yoktur” [28] diyen Descartes, kendisinde bulunan Tanrı fikrinin açık ve seçik olduğunu belirtiyor.

Tanrı fikrinin açık ve seçik olarak kendisinde bulunduğunu tespit eden Descartes, Tanrının varlığını iki delile dayandırıyor.

Birinci delil, ontolojik delil dediğimiz, yani Descartes’in tespit ettiği bu Tanrı fikrinin, yaratılıştan itibaren insanda bulunmasından, bu fikrin fıtri oluşundan çıkan delildir. Tanrı kendi fikrini, insanın zihnine bir nakış gibi işlemiştir. Nasıl ki, insan kendi varlığını apaçık bir şekilde kavrıyorsa, Tanrının varlığını da aynı şekilde kavrayabilir. [29] 

Bizde var olan Tanrı fikri yokluktan gelemez, kendimizden de gelemez. Çünkü sınırlı bir cevher olan biz, mükemmel ve sınırsız bir varlığın fikrini asla oluşturamayız. Bu sonsuz ve mükemmel cevher fikrini ancak sonsuz ve mükemmel olan varlık, yani Tanrı koymuş olabilir zihnimize. Bunu Descartes şu sözüyle ifade ediyor: “Sonsuz cevherde, sonlu cevherden daha fazla bir gerçeklik bulunduğunu ve dolayısıyla kendimde sonlu mefhumundan önce Tanrı mefhumuna mâlik olduğumu âşikâr olarak görüyorum.” [30] 

Descartes, Tanrının varlığını, kendi beşeri noksanlığıyla değil, Tanrının mükemmelliği yoluyla delillendiriyor. Eğer Tanrı kendisine bu fikri koymasaydı, eksik ve sınırlı olan kendisinin mükemmel olan Tanrıyı kavrayabilmesi imkânsız olacaktı. İnsanda mükemmel varlık olan Tanrı fikri mevcutsa, o halde bu fikrin sahibi olan Tanrı da mevcuttur. Fakat şunu da belirtmek gerekirse, zihinde var olduğu için Tanrı vardır diyemeyiz. Aksine Tanrı var olduğu için zihinde de Tanrı fikri vardır demeliyiz. [31] 

Tanrının varlığına ilişkin ikinci delil ise sebep delilidir. Eksik ve sınırlı olan insan, bunun yanında mükemmel zihin yapısına sahiptir ve insanın görünen bir varlığı vardır. Yaratan – yaratılan ilişkisi ile ortaya çıkan bu sebep deliline Descartes bir soru ile başlıyor: “Tanrı var olmadığı takdirde, onun fikrine mâlik olan benim var olup olmayacağımı tetkik etmek istiyorum. Ve varlığımı kime borçlu olabileceğimi soruyorum? Belki kendime, yahut ana – babama veyahut da Tanrıdan daha az olgun olan başka illetlere.” [32] 

Filozof Descartes, kendi varlığının kendinden kaynaklandığını kabul etmiyor ve “Tanrıdan daha çok olgun ve hatta ona eşit olacak hiçbir şey tasavvur edilemez” [33] diyor.

Descartes, eğer kendi yaratanı kendisi olsaydı, en azından kendi tabiatının mahrum olduğu birçok bilgiden kendisini mahrum etmeyeceğini, kendisi için edinilmesi güç olan bu fikirleri kendisine koyacağını, bunu asla ihmal etmeyeceğini söylemektedir. Kendi yaratanının kendisi olamayacağını kabul eden Descartes, bunun kendi ebeveynlerinin de olamayacağını söylemektedir. 

Kendisini yaratan, ebeveynleri olsaydı, onların yaratanı da kendi ebeveynleri olacaktı ve bu böylece sonsuza kadar gidecekti. Fakat bu sonsuz gidişin bir yerde durması gerekmektedir. Bu duruş noktası da ancak ve ancak mükemmel cevher olan Tanrı olabilir. “….Yalnız benim mevcut olmam ve mutlak olgun bir varlık, yani Tanrı fikrinin bende bulunması vakıasından, Tanrının varlığı bedihî olarak ispat edildiğini zaruri bir netice olarak kabul etmek gerekir.” [34] 

Kendi varlığından hareketle Tanrının varlığına ulaşan Descartes, yalnızca insanın değil, âlemdeki bütün varlıkların, olup biten her şeyin yaratıcısının da Tanrı olduğunu söylüyor.

Bütün varlıkların bir sebebi olduğunu söyleyen Descartes, bu sefer Tanrının sebebini aramaya koyuluyor. Descartes, Metafizik Düşünceler adlı kitabında Tanrının varlığını ispat ettiği Üçüncü Düşüncede varlığı iki kısma ayırıyor. Birincisi sebebi kendi dışında olan varlıklar, ikincisi sebebi kendisinde olan varlık. Sebebi kendinde olan tek varlık Tanrıdır. Bunun dışındaki bütün varlıkların sebepleri kendi dışındadır ve hepsinin varlık sebepleri Tanrıdır. Allah kendi kendinin sebebidir, fakat kendisinin sonucu olamaz. [35] 

Tanrının varlığını bu iki delil ile rasyonel hale getiren Descartes, eserlerinin çeşitli bölümlerinde yer yer Tanrının sıfatlarına da yer vermektedir.

Örneğin Descartes “….O halde onun da benim gibi düşünen bir şey olması ve Tanrılığına atfettiğim bütün olgunlukların fikrine sahip olması icap ettiğini zaruri olarak kabul etmek lâzımdır.” [36] diyerek, Tanrının düşünen bir varlık olduğunu öne sürüyor.

“Tanrı aldatmazdır, yanılmalarımızın sebebi asla Tanrı olamaz, yanılma sonlu varlıklara aittir.” [37] diyerek Tanrının aldatıcı olmadığını belirmektedir.

“Tanrı sonsuz, ebedi, değişmez, bağımsız, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter bir cevherdir ve var olan bütün varlıkların da yaratıcısıdır.” [38] 

“Tanrı son derece tam ve olgun bir varlıktır.” [39] 

“Tanrı cisimli değildir, insanoğlu gibi duyuların yardımıyla bilmez ve günah işlemez.” [40] 

Görüldüğü gibi Descartes, eserlerinin çeşitli yerlerinde Tanrının sıfatlarını açıklamış ve Hıristiyan geleneğine bağlı bir Tanrı anlayışına sahip olduğunu göstermiştir. 

b.     Ruh Nazariyesi – Ruhun Ölmezliği 

Bilindiği üzere Descartes’e göre Tanrı sonsuz cevherdir. O sonlu cevherler olarak da, varlığı Tanrıya bağlı olan, düşünen cevher olarak ruhu ve yer kaplayan cevher olarak da maddeyi kabul etmektedir. Ruhun doğrudan ilgili olduğu madde de bedendir.

Descartes bedeni şöyle tarif ediyor: “Bir şekille sınırlandırılabilen, bir yerde bulunabilen, başka bütün cisimleri bulunduğu yerden atacak biçimde, bir mekân bölümünü doldurabilen, kendiliğinden değil, fakat kendisine dokunan ve kendisini iten başka bir cisim tarafından muhtelif tarzda harekete getirilen her şey…” [41] 

Bedenin tarifini bu şekilde yapan Descartes, bedene aitmiş gibi görünen yemek, içmek, yürümek, duymak, düşünmek, öğrenmek gibi işlevlerin hepsini ruha atfediyor. Bütün bu işleri ruhun sıfatı olarak görüyor. Fakat, beden olmadan bu sıfatlardan hiçbirisinin yerine getirilemeyeceğini uyku haliyle ispatlayan Descartes, “her ne kadar uykuda birçok şeyleri duyduğumu sanmış ve sonra uyandığımda, gerçek de hiç de, onları hissetmediğimin farkına varmış olsam da, yine bedensiz duymak imkânsızdır” [42] demektedir.

Kendi varlığının ispatlanmasını sağlayan düşünme, en önemli sıfattır. “Ben düşünen bir şeyim, yani bir ruh, bir müdrike (anlayış) veya bir akılım” [43] diyen Descartes, ruh eşittir düşünce demektedir. 

“Düşünce gücü yalnızca ruhta vardır” [44] diyen Descartes, “her tözün temel (ana) bir özniteliği vardır; ruhunki düşünce, cisminki de uzamdır” [45] diyerek ruhun düşünceden ibaret olduğunu vurgulamaktadır.

Görüldüğü gibi, düşünmeyi ruha atfeden ve ruhun varlığının ancak, düşünme yoluyla ispat edilebileceği kanaatinde [46] olan Descartes, ruhu düşünen bir cevher olarak görmektedir.

Düşünceyi ruhla özdeşleştiren Descartes, ruhun sıfatları olan yeme, duyma, sıcak, soğuk, gıdıklanma gibi duyumları da birer düşünce olarak ele alıyor. Eğer bir insan hissediyorsa düşünüyordur, düşünüyorsa ruha sahiptir. [47] 

Descartes’e göre ruh, sadece insanda bulunur. Bitkilerde ve hayvanlarda ruh bulunmaz. [48] Sadece insani ruhu kabul eden Descartes, hayvanları ruhsuz bir makine – hayvan olarak görüyor. [49] Descartes’in bu mekanizm anlayışını ilerde bir bölüm olarak inceleyeceğiz.

Ruhun mahiyetini düşünceden ibaret gören Descartes, Metafizik Düşünceler adlı eserinin Altıncı Düşüncesinde, insanda ruh ve bedenin bir arada bulunduğunu, fakat bu iki cevherin birbirinden tamamen ayrı ve müstakil olduğunu vurgulamaktadır.

Ruh bedenden bütün bütüne ve gerçekten farklıdır ve ruh bedensiz var olabilir. Acı, açlık, susuzluk gibi duyumlar ile ruhun bedene sımsıkı bağlı olduğunu düşünen Descartes, ruhun bedene bağlı olmaması halinde, bedenin yaralanması durumunda acının hissedilmeyeceğini söylemektedir. Bütün bu açlık, susuzluk, acı gibi duyumlar gerçekte ruh ile bedenin birleşme ve kaynaşmasından meydana gelen düşünme tarzlarıdır. [50] 

Ruh bedenden ayrı ve müstakildir diyen Descartes, bu acı ile ilgili örneğinde her ne kadar kendisiyle ters düşmüş görünse de aslında bu böyle değildir. Descartes’in ruh bedenden ayrıdır demesi, ruhun bedenden farklı olması demektir. Bu ayrılık mahiyet icabıdır. Beden daima bölünür bir yapıdadır, fakat ruhta asla bölünme olmaz. Ruhu tam ve tek bir şey olarak idrak eden Descartes, vücudun ayak, kol veya başka bir parçası bedenden ayrıldığında ruhta böyle bir eksilme olmadığını söylüyor. Zira, böyle bir şey olsaydı, ruh yavaş yavaş küçülecek ve yok olacaktı. Durum böyle değildir, çünkü ruh asla yok olmaz. İstemek, duymak, anlamak gibi duyumlar da ruhun bölümleri asla olamaz. Bütün bu duyumlar bedende gerçekleşir, fakat ruhta, yani düşüncede hissedilir. [51] 

Kısaca özetlemek gerekirse, ruh bedenden mahiyet icabı ayrıdır, fakat tabiat icabı bedenle bitişiktir. Ruh bedensiz varlığını devam ettirebilir, fakat beden ruhsuz varlığını devam ettiremez. Ruhun sıfatları düşünme, his, irade, isteme vb. iken, bedeninkiler ise yer kaplama ve harekettir. Ruh sadece fonksiyonlarını icra etmek için bedene ihtiyaç duyar. Descartes, ruh ve beden ayrılıklarını bu yönden değerlendiriyor. 

DESCARTES’İN MADDE NAZARİYESİ

Descartes’in fiziğinin temelini oluşturan metafiziğini, konumuza ışık tutması açısından ana hatlarıyla inceledikten sonra, şimdi, Descartes’in madde nazariyesine geçebiliriz.

“Şimdi bana maddi şeylerin var olup olmadığını incelemekten başka bir şey kalmıyor” [52] diyen Descartes, varlığın, Tanrının özünden ayrılmış olduğunu, maddenin varlığının ve mahiyetinin Tanrıdan geldiğini vurgulamaktadır. [53] 

Descartes, maddenin yaratılmış olduğunu kabul etmektedir. Madde bir varlık olarak, kendi kendinde mevcuttur, fakat maddenin bu varlığı, kendiliğinden değildir. Yani madde bizatihi var değildir. Descartes, Tanrının özünden geldiğini söylediği maddenin varlığının kesin delillerini açıkladığı Felsefenin İlkeleri adlı eserinde şunları anlatıyor.

Tüm duyumların, daha önce metafizik nazariyesinde açıklandığı üzere, ruhun mahiyeti olan düşüncemizden geldiği kesindir. Düşüncemizden gelen bu duyumları, uzunluk, enlilik ve derinlikçe uzamlı, bölümleri çeşitli şekil ve hareketler alabilen, acı, renk, koku gibi duyumları düşüncemize koyan Tanrıdır. Ve Tanrı özüne aykırı olduğu için bizi asla aldatmamaktadır. O halde uzunluk, enlilik ve derinlikçe uzamlı töz (cevher) vardır ve madde tüm özellikleriyle birlikte dünyada bulunmaktadır. Descartes’in burada bahsettiği uzamlı töz, bizim cisim dediğimiz maddedir. [54] 

Bu tözün, yani cismin özünü sertlik, ağırlık, renk, vs. gibi mahiyetler oluşturmaz. Cismin özünü oluşturan, cismin uzunluk, enlilik ve derinlikçe uzamlı olmasıdır.

Duyularımızla algıladığımız renk, koku, sertlik, ağırlık cismin mahiyetini oluşturamaz. Sertlik, cisme dokunduğumuz zaman cismin elimizin hareketine karşı koymasıdır. Eğer cisim, elimizi her yaklaştırdığımızda elimizin hareketine karşı koymayıp, aynı hızla uzaklaşsaydı, o zaman hiçbir şekilde sertlik duymayacaktık. [55] Renk ise, tamamen kişisel duyumdan ibaret bir şeydir. Birisinin kırmızı dediği şeye, bir başkası yeşil diyebilir. Nitekim renk körü olan insanlar bunun en güzel örneğidirler. [56] 

İşte bu renk, koku, sertlik, ağırlık vs. nitelikler cismin mahiyetini oluşturmazlar. Çünkü, cisim var olmak için asla bunlara ihtiyaç duymaz. Cisim, uzunluk, enlilik ve derinlikçe uzamlı olduğu müddetçe, bu özelliklerin hiçbirisi onda bulunmasa bile, onu cisim yapan her şey onda apaçık ve seçik olarak vardır. [57] 

“Her tözün temel (ana) bir özniteliği vardır; ruhunki düşünce, cisminki de uzamdır” [58] diyen Descartes, cisimli tözün, uzam olmaksızın açıkça anlaşılamayacağını belirtmektedir. [59] 

Descartes, uzamlı olan maddenin bütün özelliğinin yer kaplamak olduğunu belirtmiş ve renk, sertlik, koku, tad gibi tavırların, maddenin aslında hiçbir değişikliğe yol açmadığını Metafizik Düşünceler isimli eserinin İkinci Düşüncesinde balmumu örneğiyle açıklamaktadır. Bu örneğe göre, kovandan yeni çıkarılmış balmumu, balın tatlılığını henüz kaybetmemiştir. Toplandığı çiçeklerin kokusu halen daha bu balmumunda mevcuttur. Kendine has bir rengi, şekli ve büyüklüğü vardır. Dokunduğumuz zaman katı ve sert olduğunu, vurunca bir ses çıkardığını, soğuk olduğunu açık ve seçik olarak müşahede edebiliyoruz.

Bütün tavırlarını (modus) müşahede ettiğimiz bu balmumunu ateşte biraz beklettiğimizde, balmumunda birtakım değişikliklerin meydana geldiğini görürüz. Daha önce kendisinde bulundurduğu bal tadını dilimize dokundurduğumuzda alamıyoruz, çiçeklerin kokusu yok oluyor, rengi değişiyor, şekli kayboluyor, dokunulması güçleşiyor, önceki sertliğini kaybediyor, vurulduğu zaman önceden çıkardığı sesi artık çıkarmıyor. Bu kadar değişmeden sonra aynı balmumunun kaldığını kabul etmek gerekiyor. [60] 

Görüldüğü gibi, tatma, koklama, görme, dokunma ve işitme ile öğrendiğimiz nitelikler, balmumunun ateşe girmesiyle kaybolup değişiyor. Bununla beraber, aynı balmumu halen daha varlığını devam ettiriyor.

Bütün bu tavırları balmumundan uzaklaştırdığımızda, geriye eğilip bükülen ve hareket eden bir şey kalıyor ve balmumu yine balmumu olarak bulunuyor.

İşte bütün bu tavırlar gittiğinde geriye yer kaplayan bir cisim kalıyor. Ve biz yine bu cisme balmumu diyoruz. Demek ki, cismin mahiyetini tavırlar dediğimiz renk, koku, sertlik, ağırlık, tat gibi özellikleri değil, cismin uzamı ve yer kaplaması oluşturuyor. [61] 

Buraya kadarki açıklamalarımızdan şu sonuçları çıkarabiliriz: Descartes’e göre madde fiilen vardır, maddenin varlığı kabul edilmelidir ve madde bir cevherdir. Madde varlığını, uzunluğuna, derinliğine ve genişliğine rağmen devam ettirebilir. Duyularla elde edilen tavırlar, maddenin mahiyetini oluşturamaz ve bu tavırlar olmasa bile madde uzamıyla varlığını koruyarak devam ettirecektir. Tavır dediğimiz renk, koku, sertlik, tat, ağırlık vb. özellikler ise maddenin çeşitliliğini izah etmek için gereklidir. Tavırlar ve yer değiştirmeler ile madde izah edilir.

Temel olarak maddenin varlığını ispat eden ve mahiyetini açıklayan, maddenin özünün ne olduğunu bu şekilde ortaya koyan Descartes, daha önce de söylediğimiz gibi maddenin özünü oluşturan yer değiştirmeyi şöyle izah ediyor.

Denizde yelkenlerine değen rüzgarın itmesiyle hareket eden bir geminin pupasına oturan bir kişi, sadece gemiyle sınırlı kaldığımızda yer değiştirmez görünmektedir. Çünkü üzerinde bulunduğu gemide durumu değişmemektedir. Fakat çevredeki karalara bakacak olursak, bu adamın durmadan yer değiştirdiğini görürüz. Bunun yanında yerin ekseni çevresinde döndüğünü ve bu geminin doğudan batıya kat ettiği aynı uzaklığı aynen yerin de kat ettiğini düşündüğümüzde, bu adam gökyüzüne göre yine bize yer değiştirmiyor olarak görünecektir. Tüm evrende gerçekten hareketsiz hiçbir nokta bulunmayacağını düşünecek olursak, dünyada durağan ve durgunluk halinde hiçbir yer bulunmadığını ve hareketsizlik düşüncesini ancak düşüncemizle oluşturduğumuzu anlarız. [62] 

Descartes, maddenin varlığını mekâna bağlı olarak da ispatlamaktadır. Yeri oluşturan uzunluk, enlilik ve derinlikçe uzam cismi de oluşturur. Cisim yukarıdaki örnekte olduğu gibi yerle hareket halindedir. Mademki bu mekânda uzam vardır, öyleyse onda zorunlu olarak töz de bulunmaktadır. Mekân boş değildir ve töz mekânda yer kaplamaktadır. Bir su testisinde su olduğunda dolu diyoruz, fakat su olmadığında boş diyoruz. Testi su olmadığında boş değildir. Zira, içerisinde hava vardır. Bu boş sözümüz bir mekânın var olan hiçbir şeyi içermediğini vurgulamış olsaydı, bizi havanın bir töz ya da bir cisim olmadığı kanısına götürürdü ki, bu da büyük bir yanlışa düşmemize neden olurdu. Descartes, mekânın varlığına bağlı olarak maddenin varlığını da bu şekilde ispatlamış oluyor. [63] 

Yer kaplama, uzam, yani uzunluk, derinlik ve genişlik ve yer değiştirmeyi bu şekilde açıklayarak maddenin varlığını ispatlayan Descartes, bu cisimlerin veya atomların bölünür mahiyette olduğunu da belirtmektedir. Cisimler uzamlı olmaları hasebiyle, iki ya da daha fazla sayıda küçük bölümlere ayrılabilecekleri doğal olarak pek açıktır ve dolayısıyla bölünmüş en küçük parça olan atom bile bölünebilir. Tanrının bir cismi daha küçük bölümlere ayrılmayacak bir küçüklüğe soktuğunu düşünsek bile, cismin bölünmez olduğunu düşünemeyiz. Çünkü Tanrı bir cismi, başka hiçbir yaratığın bölemeyeceği bir küçüklüğe sokabilirse de, bununla birlikte kendini aynı bölmek gücünden yoksun bırakmaz. Dünyada var olabilen uzamlı en küçük bölüm, özü gereğince, her zaman bölümlere ayrılabilir. [64] 

Görüldüğü üzere Descartes, buraya kadar maddenin varlığını ispatlıyor ve maddenin mahiyeti hakkında bilgi veriyor. Maddenin mahiyetini ve varlığını buraya kadar inceledikten sonra, Descartes’in madde anlayışını tamamlayan âlem görüşünü, varlık anlayışını, cevher anlayışını ve mekanizm anlayışını şimdi sırasıyla inceleyelim. 

a.     Âlem Görüşü: 

Descartes, Kopernikus ve Galilei’nin âlem nazariyelerinden esinlenmiş ve bu konuyla ilgili müstakil bir eser olan “La Monde” (Dünya) adlı eseri yazmıştır. Fakat Galilei’nin maruz kaldığı sonun kendi başına da gelmesinden korktuğu için eseri saklamış ve yayınlatmamıştır. Daha sonraki yıllarda bu eserin büyük bir kısmı da kaybolmuştur. [65] 

Kopernikus, Aristoteles – Ptolemaios’un âlem görüşlerini yıkmıştır. Bu eski sistemde âlemin merkezi dünya idi. Kopernikus’a göre ise, âlemin merkezi güneştir ve bütün gökcisimleri güneş etrafında döner. Kopernikus, bunu sadece bir fizik görüşü olarak değil, aynı zamanda metafizik bir ilke olarak da ortaya atmıştır. [66] 

Kopernikus’un bu güneş merkezli âlem görüşünü benimseyen Descartes, kilisenin bu sisteme ve taraftarlarına gösterdiği tepkiden çekinerek, fikirlerini açıkça söylememiştir.

Daha önce de testi örneğinde belirtildiği üzere âlemde boşluk bulunmamaktadır. Descartes’e göre cismin yer kaplamasıyla cismin cevher olduğu çıkarılıyorsa, aynı şekilde mekân hakkında da aynı neticenin çıkarılması gerekmektedir. Âlemde boş olan hiçbir mekân yoktur. [67] 

Yine daha önce madde nazariyesi adlı başlık altında belirttiğimiz gibi, maddenin bölünmezliğini reddeden Descartes’e göre, sınırsız olan âlemde yerler, gökler ve bütün gezegenler hep aynı maddeden yapılmışlardır. [68] 

Buraya kadar yaptığımız araştırmalar sonunda kısaca maddeleyecek olursak şunları söyleyebiliriz.

1.     Madde, dolayısıyla da âlem, sonsuz ve sınırsızdır.
2.     Madde sonsuzca bölünebilir, dolayısıyla bölünemez atomlar da yoktur.
3.     Âlemde boşluk yoktur, her yer doludur.
4.     Bütün âlem aynı maddeden yapılmıştır. [69] 

En son olarak, âlemin aynı maddeden meydana geldiğini söyleyen Descartes, âlemde görülen çokluğu ve farklılığı harekete bağlamaktadır. Maddede olan bütün değişiklikler, bölümlerinin hareketlerine bağlıdır. Âlem ve maddede görülen farklı şekillerin bütün değişikliği ve yer değiştirmesi, mekânda meydana gelen harekete bağlıdır. [70] 

“Genel olarak bilindiği anlamda hareket, bir cismin bir yerden başka bir yere geçmesi işidir.” [71] diyen Descartes, genel anlamdaki bu hareketi yine gemi örneğiyle açıklıyor.

”Geminin pupasında oturan bir kimse, durumunu ayrıldığı kıyıya göre değerlendirdiği zaman, kendisinin hareket halinde, kıyının ise durağan halde olduğuna inanır. Ancak durumunu üzerinde bulunduğu gemiye göre değerlendirirse, harekette olduğunu sanmaz, çünkü geminin diğer kısımlarına göre konumu değişmemektedir.” [72] 

Genel anlamda anladığımız hareketi bu şekilde tanımlayıp gemi örneğini veren Descartes, gerçek hareketi ise şu şekilde tanımlamaktadır: “Maddenin bir kısmının veya bir cismin, doğrudan doğruya ilişkide bulunduğu ve durgun olarak varsaydığımız cisimlerin yanından diğer cisimlerin yanına geçmesidir.” [73] 

Descartes, hareketin, hareket eden şeyin bir özelliği olduğunu, yani hareketin, cismin bir yerden başka bir yere geçmesi olduğunu, hareketin bir kuvvet veya etki olmadığını vurgulamaktadır. Hareketin olduğu gibi durgunluğun da cisimdeki bir tarz olduğunu belirtiyor Descartes ve hareket için gerekli olan etkiden, durgunluk için gerekli olan etkinin fazla olmadığını söylüyor. [74] 

Descartes, hareket veya durgunluğun, bulundukları cisimde, cisimden ayrımlı iki biçim olduğunu kabul etmektedir. Hareket karşılıklıdır. “AB cisminin, CD cisminin yanından taşınmış olmasını, CD cisminin, AB cisminin de yanından taşınmış olmasını anlamaksızın kavrayamayız ve birisi için olduğu kadar öteki için de aynı ölçüde etki gerekir.” [75] diyen Descartes’e göre her olup bitenin bir sebebi bulunduğu gibi, hareketin de bir sebebi vardır. ”Hareketin ilk nedeni Tanrıdır. Tanrı dünyada her zaman eşit sayıda bir hareketi saklı tutar.” [76] 

“Tanrı, büyük gücü ile maddeyi hareket ve sükûnla birlikte yaratırken âleme koyduğu aynı hareket ve sükûnu muhafaza eder” [77] diyen Descartes, âlemde görülen bu değişmezliği, Tanrının tabiata koyduğu kanunlarla izah etmektedir. 

Bu tabiat kanunları şunlardır: 

a.     Her şey, başka bir şey onu değiştirmediği müddetçe, bulunduğu durumda kalır. Hareketsiz olan bir cisim, kendiliğinden asla harekete geçemez. Kendisini harekete geçirecek bir etkiye ihtiyaç duyar. Harekette olan bir cisim, kendisine etki eden başka bir şeyle karşılaşmadığı müddetçe hareketini devam ettirir. Yine hareketli olan iki cisim birbirleriyle karşılaştıklarında, durumlarında bir değişiklik meydana gelir.

b.     Hareket halinde olan her cisim, var olan bu hareketine doğru bir çizgi doğrultusunda devam etmeye çalışır. Cisim hareketi esnasında eğri çizgiler çizerek hareketini asla devam ettiremez. Doğrultu değişimi yalnızca başka şeylere rastlanıldığında olur. Bir bez içerisine konulan taşın çevrildiğinde dairesel hareket çizdiği görülür. Fakat taş, bu dairesel hareketten kurtulup, doğru hareket doğrultusunda ilerlemek ister. Taş bezden kurtulduğu anda bir doğru boyunca ilerleyecektir.

c.     Hareket halinde olan bir cisim, kendinden daha güçlü harekete sahip olan bir cisme rastlarsa, hareketinden bir şey yitirmez, sadece yönü değişir. Fakat bu cisim kendinden daha zayıf bir cisimle karşılaşırsa, ona verdiği kadar kendi hareketinden yitirir ve aynı doğrultuda hareketine devam eder. Eğer hareket halinde olan bu cisim, yumuşak bir cisme çarparsa, anında durur. Çünkü cisim bütün hareketini bu yumuşak cisme vermiştir. [78] 

Âlem bu kanunlar çerçevesinde çalışır. Tanrı tabiata öyle bir düzen kurmuş ve bu düzeni ruhlara öyle bir yerleştirmiştir ki, biraz düşününce bu kanunlar varlıkların işleyişinde aynen görülür. [79] 

Descartes Felsefenin İlkeleri adlı eserinde dünyanın hareketsiz olduğunu belirtmektedir. Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde kendisinin belirttiği gibi, Descartes’in, Galilei’nin kilise tarafından mahkum edilmesi nedeniyle Dünya adlı eserini yayınlamadığını daha önce de belirtmiştik. Kilisenin bu tutumundan çekinen Descartes, dünyanın harekette olduğunu düşündüğü halde, Felsefenin İlkelerinde dünyanın hareketsiz olduğunu yazmıştır. Zira, Descartes’in Mersenne’ye yazdığı bir mektupta bunu açıkça görüyoruz. Descartes bu mektupta şöyle diyor: “İtiraf edeyim ki, eğer yerin hareketi yanlışsa, felsefenin temelleri de yanlıştır; zira, yerin hareketi, felsefenin temelleriyle pek iyi ispat edilmektedir. Ve o, kitabımın bütün bölümlerine o derece bağlıdır ki, onları sakatlamadan onu kitabımdan çıkaramam.” [80] Görüldüğü üzere Descartes, teorik olarak yerin hareketli olduğunu kabul ederek bunu Dünya isimli eserine alıyor. Fakat bu fikri görüldüğü gibi gizli kalıyor. [81] 

Buraya kadar görüyoruz ki, Descartes’in âlem anlayışı, madde anlayışının bir bölümünü oluşturmaktadır. 

 

Dokümanın Tamamı için Tıklayınız…


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
Eğitim Felsefesi ve Eğitim Felsefesi Akımları(5404)

İnsan ve Çevre ilişkisi (5399)

Platonun Felsefesi(5388)

Kötülük Problemi Hakkında(5374)

Rousseau ve Eğitim Felsefesi(5371)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Toplam Yorum Sayısı: 1

Önceki Yorumları Göster!

Son 5 Yorum Aşağıda Listelendi!

kadir - 06.03.2017, 19:40
 

hayvanlar "ruhsuz bir makina" olarak tanımlamak ve "beden, ruh olmadan varlığını devam ettiremez" demek ilginç. eğer bu doğru ise hayvanların var olmamaları gerekir.

ekleme olarak, dipnotları göremiyorum.


Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!