Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

İnsan Klonlama Hakkında
www.arsivbelge.com
İnsan Klonlama Çalışmaları Hakkında Bilgiİnsan Klonlama Hakkında dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
İnsan Klonlama Hakkında başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

İnsan Klonlama Çalışmaları

Klonlama, bilim tarihinde en çok tartışılan çalışmalardan biri olmayı başardı. Bazı bilim adamları klonlamanın insanlık için büyük bir gelişme olduğunu ileri sürerken, bazıları da bu çalışmaları insanlık ayıbı olarak görüp, kesinlikle engellenmesi gerektiğini düşünüyor. Bu düşüncelere sahip klonlama karşıtlarının yaptığı çalışmalar ile başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir çok ülke sınırları içerisinde klonlama ile ilgili çalışmaların yapılmasını yasakladı. Klonlama yanlıları ise, klonlamanın kaçınılmaz bir bilimsel gerçek olduğunu ve yapılan yasakların bilimi yavaşlatmaktan başka bir şey olmadığını savunarak, her ne pahasına olursa olsun çalışmalarına devam edeceklerini açıkladılar. Bu tartışmalar tüm bilim dünyasını sardı ve bir çok bilimsel kuruluş klonlama özellikle de insan klonlama çalışmalarının ahlaki ve bilimsel bir yanlış olduğu konusunda karara vardı. Fakat insan oğlunun bitmez tükenmez merak duygusunu engellemek kolay değil. Bazı firma ve bilim adamları izinli yada izinsiz bu çalışmaları sürdürüyor.

Klonlanmış insan aslında çok yabancı olduğumuz bir terim değil. Tek yumurta ikizi olarak adlandırılan ikiz çeşitleri (duruma göre üçüz ve dördüz de olabilir) aslında birbirlerinin doğal yoldan klonlanmış halleridir. Anne rahminde bir zigot bölünmesinin ilk aşamalarında her hangi bir nedenle iki ayrı hücre oluşturursa, aynı DNA'ya sahip iki ayrı canlı dünyaya gelir ve dünyaya gelen bu iki canlı birbirinin genetik kopyasıdır yani klonlanmış halidir. Normal doğumların yaklaşık %1.3 'ünde bu olaya rastlanır. Yapay klonlama ise dünyaya gelecek canlının genetik özelliklerinin (DNA'sının) dışarıdan müdahale ile kendi türünden başka bir canlının DNA'sı ile aynı olmasının sağlanmasıdır. Daha detaylı anlatacak olursak; Normalde insanlar eşeyli üreme sonucunda dünyaya gelir. Eşeyli üremede anne ve babanın üreme hücrelerindeki DNA'lar birleşerek yeni ve kendisine has özellikler taşıyan bir DNA oluştururlar. Yani oluşan yeni birey bazı ufak benzerlikler dışında anne ve babanınkinden bağımsız bir genetik yapıya sahip olur. Klonlama sonucunda ise eşeyli üreyen canlı bir nevi eşeysiz üreme gerçekleştirmiş olur. Yani oluşacak birey sadece annenin yada sadece babanın DNA'sını taşır. Bu nedenle oluşan birey, DNA'sı kullanılan bireyle aynı genetik özelliklere sahip olur, yani yeni birey anne yada babanın kendisinden küçük bir tek yumurta ikizi olarak dünyaya gelir ve normal tek yumurta ikizlerinde olduğu gibi dış görünüşleri birebir aynıdır.

Klonlama için en çok kullanılan yönteme "çekirdek transferi yöntemi" adı verilir. Bu yöntemde ilk olarak bir canlıdan yumurta hücresi alınır ve çekirdeği çıkartılır, daha sonra ise yine aynı canlıdan yada aynı türdeki başka bir canlıdan alınan her hangi bir vücut hücresinin çekirdeği laboratuar ortamında bu yumurta hücresine nakledilir. Naklin başarılı olması durumunda oluşan bu yeni hücreye hafif bir elektrik şoku uygulanarak bölünmeye zorlanır. Bir kez bölünen hücre bölünmeye devam eder bu aşamadan sonra anne rahmine yerleştirilen embriyonun doğması beklenir. Sonuçta genetik bilgiler yani DNA çekirdekte saklandığı için doğan yeni birey, hücre çekirdeği kullanılan bireyle aynı genetik özelliklere sahip olur. Teoride basit gibi görülen bu yöntem pratikte çok büyük zorluklar çıkartmaktadır. Başarı yüzdesi çok düşük olan bu yöntem sonucunda doğan bireyde bir çok sağlık sorunu ile karşılaşılmaktadır. Klonlama için kullanılan "partenogenez" gibi diğer yöntemlerin hiçbiri ile canlı bir bireyin dünyaya gelmesi sağlanılamamıştır. Diğer yöntemlerle canlı bir birey oluşması teorik olarak ta mümkün değildir.
Klonlama sonucunda dünyaya gelen ilk canlı Ian Wilmut ve ekibinin çalışmaları sonucunda 1997'de klonlanan Dolly adlı koyundur. Bu koyunun klonlanmasında çekirdek transferi yönteminden yararlanılmıştır. Deneyde kullanılan 277 yumurta hücresinden yalnızca 29 tanesi bölünme aşamasını tamamlayabildi ve bu yumurtalar farklı koyunların rahimlerine yerleştirildi. Koyunlardan 13 tanesi gebe kaldı. Sonuçta ise bir tek başarılı doğum gerçekleşti. Dünyaya gelen bu koyuna Dolly adı verildi. İşte klonlama tartışmaları da bu noktada alevlendi. Dolly'nin doğumunu klonlamada bir milat olarak gören bazı bilim adamlarının insan klonlama çalımlarına başladıklarını açıklamaları üzerine. Klonlama karşıtları da karşı çalışmalara başlayarak klonlama çalışmaları aleyhinde ciddi yaptırımlar getirilmesini sağladılar. Tüm bu engellemelere rağmen 26 Kasım 2001'de Advanced Cell Technology (ACT) adlı firmadan ilk klonlanmış insan embriyosu haberi geldi. ACT'nin yaptığı açıklamaya göre, yapılan deneyde toplam 19 yumurta hücresi kullanıldı ve hücrelerden sadece 3 tanesi bölünme aşamasına gelebildi. Bu üç hücreden 2'si 4 , 1'i de 6 hücre oluşturduktan sonra öldü. İnsan klonlama konusunda yapılan bu ilk resmi açıklama büyük ses getirdi. Fakat bir insan embriyosundaki genler ancak 4-8 hücre oluşturduktan sonra kendisini göstermeye başlıyor. Başta ACT olmak üzere klonlama yaptığını duyuran hiç bir firmanın henüz 8 hücreden büyük bir embriyo elde edememiş olması, bazı bilim adamlarına göre insan klonlama çalışmalarının henüz başarıya ulaşılamadığını gösteriyor.

Klonlama çalışmaları yapan ve yapmaya devam eden bilim adamlarının çoğu bu çalışmaları yeni bir birey dünyaya getirmek için değil de sadece tedavi amaçlı kullanılacak kök hücreleri üretmek için sürdürdüklerini belirtiyorlar. Tedavi amaçlı klonlama çalışmalarda amaç klonlama sonucunda kök hücre elde etmek. İlk hücre bölünmesinden yaklaşık 5 gün sonra yani embriyonun yaklaşık 100 hücre oluşturacak kadar bölünmesi ile oluşan ve başkalaşarak 200 değişik vücut hücresine dönüşebilen bu hücrelere kök hücre adı verilir. Bu hücrelerin bir kısmı organları bir kısmı ise kan, saç, tırnak ve deri gibi vücut bölümlerini oluştururlar.

Klonlama ile kök hücre elde etmeyi planlayan bilim adamları bu kök hücreler yardımı ile bir çok hastalığa çözüm bulunacağını ve daha iler ki dönemlerde yine bu hücreler yardımı ile organ üretimi ve nakli yapılabileceğini iddia ediyorlar. Fakat burada göz ardı edilmemesi gereken şey, kök hücre elde etmek için embriyonun öldürülmesi gerektiği gerçeğidir, bir canlının hayatını kurtarmak yada sağlık sorununu gidermek için başka bir canlının hayatına son vermenin ne kadar ahlaki olduğu tartışma konusudur.

Klonlama konusunda içine düşülen en büyük yanlış doğacak canlının klonlanan canlı ile aynı kişi olacağının sanılmasıdır. Bu cahilce ve çok büyük bir yanılgıdır. Klonlama yöntemi sonucunda dünyaya gelen canlı sadece fiziksel görünüş olarak genleri kullanılan canlıya benzer ve bu benzerlik yukarıda da anlattığımız gibi doğal bir klonlama şekli olan tek yumurta ikizliğinde görülen benzerliktir. Yani doğan yeni birey ile genleri kullanılan birey tek yumurta ikizlerinde olduğu gibi düşünce ve ruh olarak tamamen farklı kişilerdir. Bu nedenle klonlamanın yaradılış gerçeği ve kader ile ters düşen hiç bir yanı bulunmamaktadır. Fakat klonlanan canlının genlerinde gizli olan genetik hastalıklar ve diğer bazı genetik faktörler aynı şekilde doğacak yeni bireye aktarılmış olur. Bu da klonlama karşıtlarının tepki gösterdiği noktalardan biridir.

Klonlama tedavi amaçlı olarak düşünüldüğünde insanda iyi izlenimler bıraksa da işe insan ve insanın içinde taşıdığı hırslar girdiğinde çok tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Örneğin bir canlının bazı organları (kalp,ciğer gibi) hasar gördüğünde başka bir canlının organı o canlıya takılamaz, DNA'lar uyuşmadığı için organı hasar gören canlının antikor sistemi bu organı kabul etmez ve dolayısıyla bu tür vakalarda sonuç ölümdür. Fakat organı hasar gören canlının herhangi bir hücresi kullanılarak yapılan klonlama sonucunda dünyaya gelecek bebeğin DNA'sı organı zarar görmüş olan canlı ile uyum gösterir ve organ nakli gerçekleşebilir. İşte bu noktada insanın içindeki para hırsı göz önüne alındığında, ödenen para karşılığında bir çok hasta insanın klonlarının sadece organları alınmak için dünyaya getirilebileceği gerçeği ortaya çıkar. Klonlama sonucunda doğan ve organı alınan canlı doğal olarak ölürken, organı hasarlı olan birey parası sayesinde bir süre daha yaşayabilir. Bu tür bir olay tam bir ahlak çöküntüsüdür ve ne kadar yasa çıkarsa çıksın yada ne kadar önlem alınırsa alınsın bu olayın önüne tam olarak geçebilmek mümkün değildir. Günümüzde de bir çok böbrek kaçak yollardan satılmaktadır. Fakat hiçbir kanun yada yasa bu olayı tam olarak ortadan kaldıramamıştır. İşte klonlamanın düşünülmesi gereken ve asla göz ardı edilemeyecek bir yüzü de budur. Bu ve benzeri düşüncelerle yola çıkan bir çok bilim adamı ve bilim kuruluşu klonlama çalışmalarının kesinlikle durdurulması gerektiğini savunmaktadır. Ve yine aynı duyarlılık ile yaklaşan bir çok gelişmiş ülke sınırları içerisinde her türlü klonlama çalışmasını yasaklamıştır. Bu tartışma daha çok uzayacağa benzer ahlaki değerleri savunan bilim adamlarının mı yoksa "klonlama kaçınılmaz bir bilimsel gerçektir" diyen bilim adamlarımı galip gelecek, bunu zaman gösterecek.

Klonlama teknolojisi:

1997 yılında dolly adlı kopya kuzunun dünyaya gelmesinden bu yana klonlama dünyasında
birçok ilerleme gerçekleşti. Bilim adamları koyunun yanı sıra ,fare, inek ,keçi ve maymun klonladılar.
Klonlama teknolojisinde patent hakları, klonlama ve genetik çeşitlilik, insan klonlama gibi
konularda tartışmalar sürerken , bilim de kendi yolunda ilerliyor. Bilim adamları klonlama
teknolojisiyle, doku ve organ nakillerinde kullanılacak dokularla organlar üretmeye çalışıyorlar.
Belki de çok yakında bilim adamları klonlanarak ilk bebeğin doğduğunu açıklayacaklar.
Bundan 20 yıl kadar önce doğmuş ilk tüp bebek Louise Brown gibi bu bebek de önce medyanın yoğun
ilgisiyle karşılanacak. Ancak klonlama dünyasından son haberler, bu konuda acele etmemek
gerektiğini düşündürüyor bize.
1997 yılının şubat ayında İskoçya’da Edinburgh yakınlarında Roslin Endüstrisi’nde Ian Wilmut ve arkadaşları, dişi bir koyundan kopyalamış oldukları Dolly adlı kuzunun doğduğunu
açıklamışlardı. Dolly, dolayısıyla da klonlama teknolojisi, dünya gündemine bomba gibi düşmüştü.
Dolly örneğinde klonlamayı kısaca yetişkin bir canlıdan alınan herhangi bir bedensel
(somatik) hücrenin kullanılmasıyla canlının “genetik ikizi”nin yaratılması olarak tanımlayabiliriz.
Dolly’nin yaratılmasında kullanılan klonlama yöntemi, bedensel hücre çekirdek transferi
olarak adlandırılıyor. Bu yöntemle araştırmacılar, bir hücrenin çekirdeğini alarak hücrenin
genetik materyalini içeren DNA çekirdekte bulunur-sonra bunu kendi hücre çekirdeği, yani DNA’sı
çıkarılmış bir yumurta hücresine aktarıyorlar. Ortaya çıkan embriyonun her bir hücresinde
hücresinde, çekirdeği veren hücrenin DNA’sı bulunuyor. Daha sonrada embriyo, bir dişinin
rahmine yerleştiriliyor.
Dünyanın klonlama teknolojisinden haberli olduğu 1997 yılından bu yana bu alanda
büyük ilerlemeler gerçekleştirildi. Bilim adamları, koyunun yanı sıra, fare, inek, keçi ve maymun
kopyalamayı başardılar. Bu arada Dolly iki kez doğum yaptı; pek çok ülkede klonlama , özellikle de
insan klonlamayla ilgili yasalar ve yasaklar konulmaya çalışıldı, ya da konuldu. Patent hakları,
insan klonlama, klonlamanın yaygınlaştırılmasının genetik çeşitliliğin, azalmasına yol açabileceği
gibi konularda pek çok tartışma yaşandı. Bu tartışma konuları hala güncelliğini koruyor olsa da, etik
tartışmaların yasal düzenlemelerin yeni odağı, hücre ve doku naklinde kullanılacak malzemelerin
üretilmesi için yapılan “tedavi amaçlı klonlama”. Yani, hastalık sonucu kaybedilmiş doku ve
organların yerine, klonlama yoluyla yenilerinin üretilmesi.
Gerçekte çekirdek transferi yönteminin, organ nakilleri için insan organlarının
klonlanmasında kullanılabileceği düşüncesi, Dolly’nin doğumunun açıklanmasından hemen sonra
su yüzüne çıkmıştı. İnsanlara kusursuz olarak uyan, nakilden sonra bedenin reddetmeyeceği organlar
elde etmek için üretilmiş, olan bitenden habersiz, bilinçsiz klonlar; organ tarlaları... Ancak, gerçekte
olup bitenler bu senaryodan çok farklı. Araştırmacılar, laboratuarda kültürleme yoluyla
oluşmuş embriyolardan dokular ve organlar üretmeyi amaçlıyorlar.
Alıcısına kusursuz bir şekilde uyan organ ve dokuları klonlama yoluyla üretme
düşüncesi, geçtiğimiz yılın Mayıs ayında, California’da bulunan Geron adlı biyotik şirketinin,
Dolly’nin yaratıcılarınca kurulmuş Roslin BioMed’i almasıyla bir adım daha yol aldı. Geron,
çağdaş tıbbın yeni mucizesi embriyonik kök hücreler konusundaki çalışmalarıyla tanınıyor.
1998 yılı kasım ayında, çalışmalarını Geron’n desteklediği iki bilim adamının, birbirinden bağımsız
olarak, insanlara ait embriyonik kök hücreleri izole ettikleri açıklandı.
Kök hücreleri, farklı hücre türlerine dönüşebilen özel hücreler olarak
tanımlayabiliriz. Embriyonun ilk zamanlarında, onu oluşturan kök hücrelerin her biri, bütün bir
organizma yaratma potansiyeline sahiptir. Kimi kök hücre türleri yetişkin organizmalarda bulunurken
çok bilinenleri kemik iliğindeki, akyuvar üreten kök hücrelerdir. Günümüzde kemik iliği ve kan
hücresi nakilleri, başarıyla gerçekleştirilebilen ve iyi bilinen işlemler. Ancak, belli bölgelerdeki
özelleştirmeleri oluşturacak kök hücrelerin nasıl tetikleneceği ya da belli işleri nasıl yapacakları
konusunda pek çok bilinmeyen şey var. Yani, kök hücrelerin aktarıçağı bölgelerdeki hücrelere
nasıl dönüşeceğinin bilinmesi gerekiyor. Bu yüzden dünyanın dört bir yanındaki tıp laboratuar bu sinyallerin anlaşılması ve üretilmesi üzerindeki çalışması sürüyor.
Embriyonun ilk aşamalarındaki kök hücreler henüz özelleşmemiş olduğu için, kök
hücreler çekirdek transferinde verici hücre olarak kullanılmaya çok uygundur. Klonlama süresince,
yumurta hücresindeki verici çekirdeğin, “yeniden programlanması” önemli bir aşama. Bu aşamada
yetişkin hücresinden alınan çekirdeğin gelişim saati, embriyo aşamasına dönecek bir biçimde
geriye alınır. Ortaya çıkar embriyolardan kök hücrelerin izolasyonu, klonlama teknolojisiyle birlikte,
kullanılarak, hastanın kendi hücresinden dokular ve organlar oluşturulabilir. Böylece, nakledilen
dokuların yada organların reddedilmesi gibi bir sorunda kalmaz.

Kimi hayvanlar klonlanamıyor mu?

Geçtiğimiz şubat ayında, ABD’li araştırmacılar, kimi hayvanların genetik, açıdan “klonlanamaz”
olabileceğini açıkladılar. Bu açıklama, Boston Whitehead Biyotıp Araştırma Enstitüsü’nden Wiliam
Rideout ve arkadaşlarının, fareler üzerinde yaptıkları bir araştırmadaki gözlemlerine
dayanıyordu. Embriyonik kök hücrelerin verici hücre olarak kullanılmaya çok uygun olduğundan
hareketle, Rideout ve arkadaşları, farelerde klonlamayı ilk olarak gerçekleştirmiş Hawaii’li bir ekiple birlikte, farklı fare soylarının embriyonik kök hücrelerini kullanarak klonlar üretmeye
başlamışlar. Ancak araştırmada farelerde,”klonlamaya yatkınlık” konusunda beklemedikleri
açıda farklılıklar olduğunu gözlediler ve bundan hareketle hayvanlar arasında
“klonlamaya yatkın olmayan “ biçiminde bir ayrımın olabileceğini düşündüler. ABD’deki
Georgia Üniversitesinden Steve Size ve ekibinin, kimi inekleri klonlamanın güç olduğu konusunda
kuşkusunun olduğundan söz ediyor.(Steve Size ve ekibi, inek klonlamayı ilk olarak gerçekleştiren ekip.)
bu konuda Dolly’nin yaratıcısı Ian Wilmut’da, herhangi bir yöntemle herşeyi klonlamanın
garantisi olmadığını söylüyor. Ancak, ona göre çekirdek nakli yöntemleri geliştikçe günün
birinde klonlanamayacak hiçbir şey kalmayacak.

Soyu Tükenmekte Olan Hayvanlar:

Klonlama haberlerinin ilk ortaya çıktığı zamanlarda kimi araştırmacılar, bu yeni teknolojinin
soyları tükenmekte tehlikesi altında olan hayvan türlerinin üretilmesinde kullanılabileceğini
düşünmüşlerdi. Karşılarına şöyle bir sorun çıktı; bu türün bireylerinin sayı ne kadar azalmışsa,
klonlamada kullanılacak yumurta hücrelerinin sayısı da o kadar az demektir. Öte yandan söz gelişi
Ruslin Enstitüsü’nde Dolly’nin yaratılması sırasında üretilerek başka koyunlara aktarılan 29
embriyodan yalnızca birinin gelişimini sürdürdüğünü biliyoruz. Bu konuda Wisconsin Üniversitesi’ndeki
Neil First’ün labaratuvarındaki araştırmacılar, alıcı olarak ineklerin yumurta hücrelerini düşündüler.
Aslında bu araştırmacıların çalışmaları türler arasındaki evrimsel farklılıkların ortaya çıkarılmasına
yönelik olarak başlamıştı. Onların tahminlerine göre, türler arasında klonlama yapılarak ortaya
çıkan embriyoların gelişmesi ya baştan duracak, ya da birkaç hücre bölünmesinden sonra çarpık
olarak sürecekti. Yani araştırmacılar, bir türün hücre çekirdeğinin, başka bir türün yumurta
hücresinin stoplazmasına uyum sağlayacağını düşünüyorlardı. Ancak bunun yerine hiç beklenmedik
bir şey oldu. Domuz, fare, koyun ve maymun gibi hayvanların deri hücrelerinden alınan hücre
çekirdekleri inek yumurta hücresine aktarıldıktan sonra, ortaya çıkan embriyoların test
tüplerde araştırmanın sonuna kadar gelişmelerini normal olarak sürdürdüğü görüldü. Bu konuda
bazı araştırmacıların insan yumurta hücresi yerine inek yumurta hücresi üzerinde çalışmaya başladı.
Bu yüzden Tarım ve Teknoloji bölümünden bazı araştırmacılara karşı soruşturma açıldı.
Araştırmada 27 ineğin yumurtalarındaki kromozomlar çıkarılarak, bu hücrelere kanserli kan
hücrelerinin çekirdekleri aktarılmıştı.

Tedavi Amaçlı Klonlama:

Tedavi amaçlı klonlama, sözgelimi parkinson gibi hastalıkların iyileştirilmesinde
devrim yaratabilir. Önce hastadan sağlıklı bir hücre alınarak bu hücrenin çekirdeği, kromozomları
çıkarılmış bir insan yumurta hücresiyle birleştirilecek. Bundan birkaç gün sonra kültür
tabağındaki embriyonik kök hücreler izole edilecek...Biyologlar kök hücrelerin, Parkinson
hastalarının gereksinim duyduğu beyin hücreline dönüşmesini sağlayacak mekanizmayı
ortaya çıkarırlarsa,her hasta için,kendisine tam olarak uyan hücreler üretmek mümkün olacak.

Edinburgh’daki Geron Biomed,şimdilerde insan yumurta hücresi kullanmayı gerektirmeyecek
bir klonlama yöntemi geliştirmeye çalışıyor. Klonlama sırasında,verici hücrenin genlerinin
yeniden programlanarak gelişimsel saatinin geriye alındığından söz etmiştik. Geron Biomed’in
üzerinde çalıştığı yöntemde, yeniden programlanan hücre bir embriyo oluşturmayacak. Bunun yerine,
doğrudan hastanın gereksinim duyduğu hücrelere ya da dokulara dönüşecek. Hastaya uyan
hücreleri ve dokuları elde edebilmek için,hastanın hücrelerinden biri,çekirdeği çıkarılmış bir
embriyonik kök hücreye aktarılacak. Bu yöntem harcanan embriyoların sayısını azaltacak:
çünkü,kültür yoluyla sonsuz sayıda kök hücre üretilebiliyor. Aslında embriyonik kök hücrelerin
verici olarak kullanılacağı bu yönteme,bu hücrelerde bir embriyodan alınacağı için karşı çıkanlar
olabilir. Öte yandan, alıcı olarak kullanılan kök hücreleri,yumurta hücrelerinin tersine,yeniden
programlama için gerekli olan tüm maddeleri oluşturmayabilir. Bu yeni yöntem şimdilik fare
ve koyun hücrelerinde deneniyor. Eğer koyunlar üzerindeki deneyler başarılı olursa,plana göre bu
yöntem 3 yıl sonra insanlarda denenmeye başlanacak.

Dolly ve Genetik İkizi Birbirlerine Ne Kadar Benziyor?

Geçtiğimiz yılın Ekim ayında Dolly’nin genetik özelliklerinin, klonlanmış olduğu yetişkin koyunla
tıpa tıp olmadığı anlaşıldı. Yani aslında klonlar, klonlanmış olukları canlının kusursuz birer
kopyası olmayabilir. Yapılan bir araştırmada, Dolly’nin mitokondrisindeki (hücrenin enerji santrali)
genlerin, deneyde yer alan başka bir koyuna ait olduğu ortaya çıktı. Bu sonuçlar bilim adamlarını
gerçekten çok şaşırttı: Dolly ve genetik ikizi bir birlerine tam olarak ne kadar benziyor?
Çekirdek transferi yönteminde bir verici hücre, çekirdek DNA’sı çıkarılmış bir yumurta
hücresiyle birleştiriliyor. Bu birleşme sonucu gelişen hayvanın kromozomları da yalnızca verici hücreden geliyor. Yani ortaya çıkan yavru, vericinin genetik ikizi (klonu) oluyor. Buraya kadar
her şey tamam. Fakat yine de, yavrunun tam bir klon olup olmadığı kesin değil... Hücredeki
genetik materyalin büyük çoğunluğunun çekirdekte bulunduğu doğru. Ancak, ayrı bir yapı olan
mitokondride de birkaç gen bulunuyor. Dolly’nin verici hücresi, yetişkin bir koyundan alınmış bir
meme hücresi. Peki, Dolly’nin mitokondrisi meme hücresinden mi yoksa, yumurta hücresinden mi geliyor ?
New York’taki Columbia Üniversitesi’nden Eric Schon’a göre klonlanmış bir
hayvanın mitokondrisi, hem alıcı hem de verici hücrenin mitokondrilerinin karışımından oluşmalıydı.
Bu varsayımı sınamak için Schon, Dolly’nin yaratıcısı Wilmut ve başka bilim adamları bir araya
gelerek Dolly’nin ve ferüs hücrelerinden klonlanmış dokuz koyunun mitokondrilerini incelediler.
Koyunların kas, kan,süt ya da plasentalarında verici hücrelerin mitokondrilerine rastlanmadı.
Bu, mitokondrinin %99,5’inin yumurta hücresinden geldiği anlamına geliyor. Schon, bu sonuçlara
bakarak, klonlanmış hayvanlardaki tek mitokondri kaynağının yumurta hücresi olduğu sonucuna
varmış. Yani, Dolly’nin mitokondrisindeki 37 gen, çekirdek DNA’sının alındığı verici hücreden değil,
onun aktarılmış olduğu yumurta hücre-sinden geliyor. Mitokondri, bedendeki tüm hücrelerde önemli
bir role sahip olduğu için bu durum, iki hayvan arasında önemli fiziksel farklılıklara yol açabilir.
Schon’a gören bu fiziksel farklılık insanlarda, söz gelişi yetenekli bir atletle, spora hiç yatkınlığı
olmayan biri arasındaki fiziksel farklılıklar kadar bile olabilir.
Aslında bu araştırma, klonlama konusunda öğrenilecek daha pek çok şey olduğunun bir kez daha altını çiziyor. Araştırmanın sonucu, hücre nakli teknolojisini, insanlardan alınmış hücreleri inek yumurtalarıyla birleştirerek, organ naklinde kullanılacak
dokular oluşturmada kullanmayı düşünen araştırmacılar için kötü bir haber.

Yaşlı Dolly

Geçtiğimiz yıl ortaya çıkan gelişmelerden biride, Mayıs ayında Nature’da yayımlanan
bir makaleye göre, Dolly’nin biyolojik yaşının, kromozomları yüzünden aslında kronolojik yaşından
daha fazla olduğu. Dolly’nin telomerlerinin (genetik materyalin hücre bölünmesi sırasında yıpranmasını
önleyen, kromozomlarının uçlarındaki bölgeler), kendisi gibi üç yaşındaki bir koyunun telomerlerinin
olması gerektiği boydan çok daha kısa. Hatta tam olarak, Dolly’nin klonlanmış olduğu 6 yaşındaki
koyunun kromozomlarının uzunluğu kadar. (Bunun dışında, en son hamileliğinde üçüz doğuran
Dolly’nin sağlığı şimdilik yerinde.)

İnsan doku nakillerinde kısalmış telomerlerin sorun olup olmayacağı henüz açık değil. Eğer
bu durum sorun olursa, aslında Geron’un bunun için çözümü hazır. 1997 Ağustosunda, Geron’dan Nobel
ödüllü bilim adamı Thomas Cech,h TRT (telomeraz ”reverse transcriptase”) adlı bir enzimi kodlayan
insan genini izole etmişti. Bu enzim, bağları gevşeyen telomerleri yeniden bağlayarak hücrenin
ömrünü uzatıyor. Bundan beş ay sonra, yine Geron’ la çalışan iki bilim adamı, Texas Üniversitesi
Tıp Merkezi’nden Jerry Shay ve Woodring Wright, h TRT genini hücrelere aktararak, bu
hücrelerin çözülmüş olan telomerlerinin onarılabileceğini gösterdiler. Yani Geron, kök hücrelerden
elde edilen doku nakillerindeki telomeraz etkinliklerini yeniden etkin kılarak, hastaların yeni organları
için yaşam boyu garanti sağlayabilecek olanağa sahip.
Öte yandan, Science’ın 28 Nisan tarihli sayısında yayımlanan bir makaleye göre
Worchester’deki (Massachusetts) Advanced Cell Technologies’den Robert P.Lanza ve arkadaşları,
altı sağlıklı inek klonundan alınan hücrelerde hiçbir erken yaşlanma belirtisine rastlamadılar.
Üstelik de, klonlanmış ineklerin hücrelerinin, aynı yaştaki normal ineklerden daha genç olduğu görüldü.
Bilim adamları, bunun nasıl gerçekleştiğini ve bu durumun hayvanların ömrünü etkileyip etkilemediğini
henüz bilmiyorlar.
Dolly olayının ortaya konuşundan sonra dünyanın her yanında, insan klonlamasını yasaklayan
yasalar gündeme geldi, çeşitli düzenlemeler yapıldı.
ABD Başkanı Clinton, insan klonlama deneyleri üzerine bir moratoryum düzenledi. Pek çok
yerde insan klonlama deneylerinin yapılması yasaklandı. Klonlamanın, doğacak çocuk üzerinde hala
bilinmeyen fiziksel riskleri olabileceği göz önüne alınırsa bu durum hiç de mantıksız değil. Ancak,
klonlama teknolojisinin sağlık açısından getireceği yenilikler umut verici. Peki, insan klonlaması
serbestçe yapılmaya başlanırsa, kimler, neden bu yolla çocuk sahibi olmak isteyecek? Bu sorunun
yanıtını ararken, medyada çıkan yada bilim kurgu filmlerinde gösterilen kabus senaryolarını bir
kenara bırakmak gerekiyor. Çünkü, bedensel hücre çekirdek transferi, yalnızca klonlanmış insan
embriyoları üretmeye yarıyor. Bu yolla doğacak bebekler, hepimizin geçtiği büyüme süreçlerinden
geçecek. Her ne kadar kapasitelerimizin ve nasıl bir insan olacağımızın sınırlarını genlerimiz belirliyor
olsa da, döllenmeden itibaren bu genlerin kendisini nasıl göstereceği, çevresel etkenler
tarafından şekillendiriyor. Her birey in yaşadığı ona özgü deneyimleri, biyolojik ve toplumsal
gelişim süreçlerindeki şans etkenlerini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Doğal insan klonları
olan tek yumurta ikizleri bile birbirlerinden farklı fiziksel özelliklere sahip olabiliyor.(Üstelik, gerçek
yaşamda da çoğu kişi genetik ikizinden kolaylıkla ayırt edilebiliyor.) Bu nedenle, insan klonlaması yoluyla
seri üretime geçmek isteyecekler olursa, onları düş kırıklığı bekliyor. Çünkü klonlama yoluyla geleceğin
Adolf Hitler’ini yaratmaya çalışan birisi, bunun yerine yeteneksiz bir ressam da yaratabilir.

İnsan, çoğalmak zorundadır. Çoğalmak zorundadır ki nesil ilerlesin. Bunun için iki cinsiyeti var insanların: biri erkek biri dişi. Doğanın kanunudur bu, sperm yumurtayı döller. Sonra ortaya muhteşem, taptaze bir canlı çıkar. İşin edebiyatı bu. Bizim konumuz ise bilimsel. Spermada 23, Yumurtada 23 kromozom var. Her ikisi de ikişer kopya halinde bulunan genlerin tek kopyalarını içeriyorlar. Haliyle hem babada, hem annede farklı özellikler olduğundan, birleştiğinde farklı özellikler de birleşir. Sonuçta yeni doğan çocuk her iki biyolojik özelliği de benliğinde barındırır. Bu olay biyolojik çeşitliliği sağlar.
1997 yılının Şubat 22’sinden itibaren İskoçya’nın Edinburg kentinde biyoteknoloji alanında tuhaf bir gelişme kaydedildiği, “Dünyanın Sonu”, “Frankenstein” gibi ifadeleri de içeren dedikodular dolaşmaya başladı. Konu basına bir şekilde sızmıştı. Basın ise olayı olabildiğince abartmaya başlamıştı. Fakat Roslin Enstitüsünden Dr.Wilmut ve ekibi rahat gözüküyordu.
Öncelikle klonlamanın teorik olarak ne olduğunu söyleyelim. Klonlama, yetişkin bir canlıdan alınan herhangi bir somatik (bedene ait) hücrenin kullanılmasıyla canlının genetik ikizinin yaratılmasını öngörüyor. Fakat teoride olan klonlamanın gerçekleşeceğine kimse inanmıyordu. Dr. Wilmut ve ekibi ise bunu başardı. Dr. Wilmut’un gerçekleştirdiği başarı şöyle özetlenebilir: Yetişkin bir koyundan alınan somatik bir hücrenin çekirdeğini dahice bir yöntemle, başka bir koyuna ait, çekirdeği alınmış bir yumurtaya yerleştirmek ve bilinen "tüp bebek" yöntemiyle yeni bir koyuna yaşam vermek. PPL şirketi ve Roslin Enstitüsü’nün çalışmaları, geçmişi çok eskilere dayanan ve önemli gelişmelerin kaydedildiği bir alan olan transjenik (gen aktarılmasıyla ilgili) araştırmaların bir üst aşamaya, nükleer transfer (çekirdek aktarılması) evresine doğru ilerletilmesinden başka birşey değil. Yıllardır başarıyla sürdürülen transjenik çalışmalarda tek boynuzlu keçi, üç bacaklı tavuk gibi görünüşte çarpıcı, yararı kısıtlı çalışmaların yanı sıra, insan proteinlerinin hayvanlara ürettirilmesi gibi, modern tıp için çığır açıcı sayılabilecek başarılar kaydedildi. Son gelişmelere imzasını atan ekip, daha önce insan bünyesince üretilen molekülleri gen transferi yöntemiyle bir koyuna ürettirmeyi başarmıştı. Söz konusu deneyde gerek duyulan moleküllerin koyunun tüm hücrelerinde değil, sadece süt bezlerinde sentezlenmesinin sağlanması, koyunun "ilaç fabrikası" olarak değerlendirilmesini beraberinde getiriyordu. Dolly başarısının en önemli potansiyel yararı da bununla ilgili zaten. Gen transferi yöntemiyle, istediğiniz maddeyi sentezleyebilen bir canlıya sahip olduğunuzda, madde verimini artırmak üzere aynı süreci zaman ve para harcayarak yinelemeye çabalamak yerine elinizdeki canlının genetik ikizlerini yaratabilirseniz, ticari değer arz edebilecek miktarda ilaç hammaddesi üretimine geçebilirsiniz. Elinizde birkaç on tane genetik özdeş canlı biriktikten sonra, bu küçük sürüyü doğal yollardan üremeye bırakacak olursanız, hem "yatırımınız" kendi kendine büyüyecek, hem de genetik çeşitlilik yeniden oluşmaya başlayacağından, tek bir virüs tipinin tüm "fabrikayı" yok etmesinin önünü alacaksınız demektir.

İskoç ekibin gerçekleştirdiği klonlama deneyinin, dünyanın pek çok bölgesine dağılmış sayısız standart biyoteknoloji laboratuarında "kolayca" gerçekleştirilebileceği söyleniyor. Yine de uygulanan yöntem, günlük gazetelerdeki basit şemalarda anlatıldığı kadar kolay ve hemen tekrarlanabilir türden değil. İskoç ekibin başarısı ve önceki sayısız benzeri çalışmanın başarısızlığı, Wilmut’un, verici koyundan alınan hücre çekirdeğiyle, kullanılan embriyonik hücrenin "frekanslarını" çok hassas biçimde çakıştırabilmesine dayanıyor. Bu yöntemle araştırmacılar, yetişkin çekirdeğin genetik saatini sıfırlamayı, tüm gelişim sürecini başa almayı becerebilmişler. Yöntemin ayrıntılarına girmeden önce bazı temel kavramlara açıklık getirmekte yarar var. Çoğu memeli canlı gibi insan bedeni de milyarlarca hücreden oluşuyor. Bu hücrelerin milyonlarcası her saniye bölünmeyi sürdürerek beden gelişimini devam ettiriyor ve yıpranmış hücreleri yeniliyor. Bu hücrelerin önemli kısmı bedenimizin belli başlı bölümlerini oluşturan "somatik hücreler." Tek istisna, üreme hücreleri. Eşeyli üreme, gametlerin (sperm ve yumurta) ortaya çıktığı "mayoz bölünme"yle başlıyor. Cinsel birleşme sonucunda, spermin yumurtayı döllemesiyle de yeni bir canlının ilk hücresi "zigot" oluşuyor. Bu noktadan sonra gelişmeye dönük hücre bölünmeleri, "mayoz" değil, "mitoz" yoluyla ilerliyor.
Koyun ve insan hücrelerinin de dahil olduğu ökaryotik yani, çekirdeği olan hücreler, farklı gelişim evreleri içeren bir yaşam döngüsü geçiriyorlar. Bu döngüyü, hücrenin görece durağan olduğu ve belirgin biçimde bölünmenin gerçekleştiği mitoz evrelerine ayırmak mümkün. Hücre, yaşam döngüsünün yüzde doksan kadarını interfaz evresinde geçiriyor. Aslında, bu duraklama evresi göründüğü kadar sakin değil; hücre, tüm bileşenlerini DNA’yı sona bırakacak biçimde çoğaltarak, bölünmeye hazırlanıyor.
Alt evreleri son derece iç içe girmiş olan interfaz evresini işlevsellik açısından G1, S ve G2 alt evrelerine ayırmak yerleşmiş bir gelenek. Yani, hücrenin yaşam döngüsü bu üç evre ve M (mitoz)’dan oluşuyor. G1 evresi, DNA dışındaki bileşenlerin çoğaldığı bir dinlenme dönemi. S, DNA’nın bölünmesiyle sonuçlanan bir geçiş evresi. G2 ise, iç gelişmenin tamamlanıp, hücrenin mitoz yoluyla bölünmeye hazırlandığı süreci içeriyor.
Hücrelerin hangi evreyi ne kadar sürede tamamlayacakları bir biçimde programlanmış durumda. Belli bir organizmanın tüm hücreleri bu evreleri aynı sürede tamamlıyorlar. Yine de, ani çevresel koşul değişiklikleri hücreleri G1 evresinde kıstırabiliyor; sözgelimi, besleyici maddelerin miktarı birdenbire minimum düzeye düştüğünde. G1 evresinin belli bir aşamasında, öncesinde bu duraklamaya izin verilen sabit bir kritik noktası var. Bu kritik nokta aşılırsa, çevresel koşullar ne yönde olursa olsun, DNA replikasyonunun önü alınamıyor. İleride göreceğimiz gibi, bu noktanın denetim altında tutulabilmesi, Wilmut ve ekibinin başarılı bir klonlama gerçekleştirebilmelerinin altın anahtarı olmuştur.
Bu noktada bir parantez açarak G1, S, G2 ve M evrelerinin denetim altına alınmasının, hücrenin yaşam döngüsünü olduğu kadar, hücrenin özelleşmesini, sözgelimi beyinden veya kas hücrelerinden hangisine dönüşeceğini de kontrol altına alabilmeyi, bir başka deyişle, hücrenin genetik saatini sıfırlamayı sağladığını ekleyelim. Wilmut ve ekibi Dolly’i klonlayıncaya kadar bu sürecin tersinmez olduğu, söz gelimi, bir defa kas hücresi olmaya karar vermiş bir hücrenin yeniden programlanamayacağı zannediliyordu. Peki Wilmut bunu nasıl başardı?
Soruyu tersinden cevaplayacak olursak, diğerlerinin bunu başaramamalarının nedeninin, kullandıkları somatik hücrelerin çekirdeklerini S veya G2 evrelerindeki konakçı hücrelere yerleştirmeleri olduğunu söyleyebiliriz. Eski kuramsal bilgilere göre bu yöntemin işe yaraması gerekiyordu, çünkü çekirdeğin mitoza yaklaşmış olması avantaj olarak görülüyordu. Ancak bu denemelerde, işler bir türlü yolunda gitmedi. Kaynaştırmadan sonra, hücre fazladan bir parça daha mitoz geçiriyor ve yararsız, kopuk kromozom parçaları meydana geliyordu. Bu "korsan" genler, gelişimin normal seyrini sürdürmesi için ciddi bir engel oluşturuyordu. Dersini çok iyi çalışmış olan Wilmut, bu olumsuz deneyleri değerlendirerek hücreyi G1 evresinin kritik noktadan önceki duraksama döneminde, "G0 evresinde" kıstırmaya karar verdi.
Verici koyundan alınan meme dokusu hücrelerini kültür ortamında gelişmeye bırakan Wilmut, hücrelerin geçirdiği evreleri sıkı gözetim altında tutarak bir hücreyi G0 evresinde kıstırıp bu haliyle durağanlığa bırakmayı başarmıştı. Bunun için, hücrenin besin ortamını neredeyse öldürme sınırına kadar geriletmiş, tüm süreci dondurarak bir anlamda genetik saati de sıfırlayabilmişti. Üstelik bu evre, kaynaştırılacağı yumurta hücresinin mayoz gelişim sırasında girdiği, bu işlem için en uygun olan metafaz-II evresiyle de mükemmel bir uyum içindeydi. İşlemin diğer kısımları yemek tariflerinde olduğu kadar sıradan ve kolay uygulanabilir nitelikte. G0 evresindeki çekirdek metafaz-II evresindeki yumurtayla kaynaştırılıp, normal besin koşulları ve hafif bir elektrik şoku etkisiyle olağan çoğalma sürecine yeniden sokulduğunda, her şey tüp bebek olarak bilinen, in vitro fertilizasyon sürecindeki işleyişe uygun hale geliyor. Zigot, anne koyunun rahmine yerleştiriliyor ve gerekli hormonlarla normal hamilelik süreci başlatılıyor.
Wilmut ve ekibinin gerçekleştirdikleri hakkında bilinenler, yukarıda kaba hatlarıyla anlatılanlarla sınırlı. Sürecin duyurulmayan kritik bir evresi varsa, bu ticari bir sır olarak kalacağa benziyor. Ancak, herkesin olup bitenler hakkında aynı bilgilere sahip olması, deneyin başarısı konusunda kimsenin şüphe duymamasını gerektirmiyor. 277 denemeden sadece birinin başarılı olması başta olmak üzere, çoğu uzmanın takıldığı pek çok soru işareti var. Herşeyin ötesinde, herhangi bir olgunun bilimsel gelişme olarak kabul edilmesi için, sürecin yinelenebilirliğinin gösterilmesi gerekiyor.
Bir embriyolog, Jonathan Slack, çok daha temel şüpheleri öne sürüyor: "Araştırmacılar, yumurta hücresindeki DNA’ları tümüyle temizleyememiş olabilirler. Dolayısıyla Dolly, sıradan bir koyun olabilir." Slack, alınan meme hücresinin henüz tamamen özelleşmemiş olabileceğini, böyle vakalara meme hücrelerinde, bedenin diğer kısımlarına göre daha sık rastlanılabildiğini de ekliyor. Zaten Wilmut da, bedenin diğer kısımlarından alınan hücrelerin aynı sonucu verebileceğinden bizzat şüpheli. Örneğin, büyük olasılıkla kas veya beyin hücrelerinin asla bu amaçla kullanılamayacaklarını belirtiyor. Üstüne üstlük, koyun bu deneylerde kullanılabilecek canlılar arasında biraz "ayrıcalıklı" bir örnek. Koyun embriyolarında hücresel özelleşme süreci zigot ancak 8-16 hücreye bölündükten sonra başlıyor. Geleneksel laboratuar canlısı farelerde ise aynı süreç ilk bölünmeden itibaren gözlenebiliyor. İnsanlarda ise ikinci bölünmeden itibaren... Bu durum, aynı deneyin fare ve insanlarda asla başarılı olamaması olasılığını beraberinde getiriyor.
Dile getirilen açık noktalardan biri de, hücrelerde DNA barındıran tek organelin çekirdek olmayışı. Kendi DNA’sına sahip organellerden mitokondrinin özellikle önem taşıdığı söyleniyor. Memeli hayvanlarda mitokondriyal DNA, embriyo gelişimi sırasında sadece anneden alınıyor. Her yumurta hücresi, farklı tipte DNA’lara sahip yüzlerce mitokondriyle donatılmış. Bu mitokondriler zigotun bölünmesinin ileri evrelerinde, embriyo hücrelerine dengeli bir biçimde dağılıyor; ancak, canlının daha ileri gelişim evrelerinde, bu denge belli tipteki DNA’lara doğru kayabiliyor. Parkinson, Alzheimer gibi hastalıkların temelinde bu mitokondriyal DNA kayması sürecinin etkileri var. Bu yüzden kimileri, sağlıklı bir kuzu olarak doğan Dolly’nin, zigot gelişimine müdahale edilmiş olması yüzünden sağlıksız bir koyun olarak yaşlanabileceğini öne sürüyorlar.


Ekleyen:Yahya Polatkan
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
İnsan Irkı ve İnsan Türünün Dağılımı(5394)

Antropoloji Bölümü – Mesleği(5376)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!