Biraz Daha Hakikat (Eleştiri Örneği)
“Dekadanlar" makalesini yazan zat: "Bizde birtakım genç edipler var, bunlar lisanı berbat ediyorlar, yazdıklarından bir şey anlaşılmıyor, bunlara 'Dekadan' denir, Çünkü Fransa'da böyle bir meslek-i edebî (edebî akım) mürevviçleri (yürütücüleri) vardır ki yazdıkları anlaşılmaz ve onlara 'Dekadan' derler; işte bizde yeni peyda olan (çıkan) bu edipler de 'Dekadan'dır, meslekleri 'Dekadanlık'tır." diyordu. Yani bizde "Dekadanlık" mesleğinin mevcudiyeti (varlığı) bir isnat suretiyle (suçlama şeklinde) meydana çıkmış oluyordu.
Ahmet Mithat Efendi Hazretlerinin "Dekadanlar isnadına (suçlamasına) mukabelede bulunan (karşılık veren) oldu mu? Dekadanlık iyidir, Mithat Efendi şu noktalarda yanılmıştır" gibi cevaplar veren bulundu mu?
Hayır. Bilâkis, hiç kimse "Dekadanlık" üzerine almadı, reddetti. Bu ispat ediyor ki, vehmolunan (sanılan) "Dekadanlık" bizde yoktu.
Artık şu bî-mânâ (anlamsız) "Dekadan" sözünü bırakalım da daha muvafık (uygun) bir tabir ile (terimle) "Servet-i Fünûn Edebiyatı"ndan bahsedelim. Çünkü bu yanlış "Dekadan" sözüyle "Servet-i Fünûn"a yazı yazanlar ve yazdıkları şeyler kasdolunuyordu.
"Dekadan", Fransa'da, Sembolizm'in yayıldığı sırada, onları kötülemek, eleştirmek, onlarla alay etmek için söylenmiş "gerici" anlamına gelen bir sözdü.
“Mutlu Çağ” Dan Eleştiri Örnekleri
Her konuda olduğu gibi; eleştiri ve tenkit meselesinde de yegane örneğimiz, nümunemiz mutlu çağ denen Asr-ı Saadet`tir. Peygamberimiz (asm); İslamın, Müslümanların mukadderatıyla alakalı meselelerde bile ashabının fikirlerine daima itibar etmiş, uyarılarını dikkate almış. Hayatı boyunca haklı, isabetli ikazlara muhatap olduğunda asla kızmamış; memnuniyetle gereğini yerine getirmiştir. İslamın temel esprisi doğruluğun, gerçeğin ortaya çıkması, yanlışın, kizbin reddi için Sahabe-i Kiram da, `emr-i bil-ma`ruf ve nehy-i an`il-münker` vazifesini örneğine bir daha rastlanmayan, rastlanamayacak ciddiyet ve o derecede de nezahet-nezaketle ifa etmişlerdir. Hayatları pahasına da olsa, gerektiğinde en yakın akrabalarına dahi `kılınç` çekmiş; hakkın hatırını daima üstün tutmuş; devlet başkanlarını da tenkit etmekten çekinmemişlerdir. Hz. Ebubekir(ra) devlet başkanı seçildiğinde yaptığı uzun konuşmada özetle şöyle der: `Ey insanlar, sizin başınıza yönetici seçildim, ama sizden daha hayırlı bir kimse değilim. Eğer davranışlarımda, uygulamalarımda doğru yaptığımı ve söylediğimi hissederseniz bana yardımcı olun; hak ve hakikatten saptığımı görürseniz hatalarımı doğrultunuz.` `Ey Ebu Bekir! Peygamberin halifesisin, seni seçtik, yöneticimizsin, emiri`l-mü`mininsin, şunu bilesin ki, en ufak bir eğriliğini görürsek şu kılınçla doğrulturuz.` O, `Ebu Bekir`in maiyyetinde, onun hatasını kılıncıyla doğrultacak fertleri bulunduran Allah`a hamd olsun`1 diye şükreder. Hz. Ömer de (ra) devlet başkanı seçildiğinde yaptığı konuşmada, `Size açık söylüyorum. Sizden kim bir haksızlığa uğrarsa veya benden hoşlanmadığı bir tutum ve davranış görürse bana haber versin. Çünkü ben de sizin gibi bir insanım. Siz söylemezseniz ben bunları bilemem`2 şeklindeydi. Ve, `Eğer içinizden biriyle benim ihtilaflı bir meselem olursa istediğiniz birinin önünde onunla muhakeme edilmekten kaçınmayacağım. Eğer benden bir şikayeti olanınız varsa, hakim huzuruna çıkmaya hazırım`3 güvencesi vermişti. Dördüncü halife/devlet başkanı Hz. Ali (ra) Mısır`a vali tayin ettiği Malik bin el-Haris el-Eşter`e gönderdiği emirnamede yöneticilere; 15 asırdan beri tazeliğini kaybetmeyen veciz tavsiyelerde bulunmuştu. Müşavir ve münekkitle ilgili pasaj şöyle: `Şahıslar içinden en ziyade onu beğenmelisin ki, sana acı gerçekleri herkesten ziyade o söylesin ve şayet Allah`ın sevdiği kullarının yapmasına razı olmadığı bir harekette bulunmak istersen, sana yağcılığa kalkışıp teşvik etmesin.`4 Ömer bin Abdülaziz halife olunca, halka ilk hitabesinde, `...Hiç kimse bana körü körüne itaat etmeyecek. Allah`ın şeriatına uymayan emirlere de itaat yok. Ben sizin en hayırlınız değilim, sadece sizden biriyim...`5 diye seslenir. Acaba Asr-ı Saadet denen o mutlu çağda; `ma`ruf ve münker`, iyiye teşvik ve yanlışı eleştirip düzeltme ruhundan gelen esintilerdenn ne derece istifade edebiliyoruz? |