Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

M Kuramı ve Kütle Çekim
www.arsivbelge.com
M Kuramı ve Kütle Çekim dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
M Kuramı ve Kütle Çekim başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

M Kuramı ve Kütle Çekim

Bilim insanları evreni anlayabilmek için büyük emekler vermektedirler. Evrendeki her şeyi kapsayan bir teori oluşturmak için çırpınıp durmaktadırlar. Sanırım sicim kuramlarını birleştiren M kuramı bu işe epey yaklaşmış bulunmaktadır. M kuramını anlamak isteyenler belgeseli, yukarıdaki videoyu çalıştırarak seyredebilirler. Bu belgeselde 11. boyut sayesinde hem 5 sicim kuramını birleştirmişler hem de kütle çekimini açıklamaya çalışmışlar. Bence her şeyin kuramını oluşturmak üzerine en iyi çalışma.

Şekil 2 M kuramına göre evrenin yapısı.

M kuramını anlatan belgeseldeki verilerle bilimsel yazıları kendi düşüncelerimi de ekleyerek yeni ve çok daha anlaşılır bir kuram oluşturdum. Şekil 1’de tam ortada olan bölge 11 boyutlu uzay bölgesidir. Burası kütleden muaf ve saf enerjiden oluşmaktadır. Bu bölge menbran bölgesidir. 11 boyutlu uzayın her iki tarafında kalan bölgeler madde ve karşımadde yönlerini göstermektedir. Her iki taraf beraber oluşmak zorundadır. Bu zorunluluktur. Çünkü enerjiden kütle yaratılması ancak o zaman mümkün olabilmektedir. Ben anlatımlarımda çoğunlukla madde yönünü kullanacağım ama iki tarafında aynı şekilde olduğunu bilmek gerekir. Bu iki evren tek noktada patlatılarak iki yöne doğru fışkıran maddelerden oluştu. Patlama tam olarak 180° bir açıyla madde ve karşımadde evrenlerini birbirinden ayırttı. Artık birbirlerini algılayamaz duruma geldiler.

Şekil 2 Dalga-Parçacık ikiliği. Parçacıklar kütle olarak azaldıkça dalga titreşimi olarak artmaktadır.

Şekil 1’de 1’den 7’ye kadar olan kuantum katları 4 boyuttan 10 boyutlu uzaya kadar evrenleri içermektedir. En alt düzeyi olan astral dünya ise bizim içinde yaşadığımız madde evrenimizin var olma şartlarını belirler. Yani evrenimiz astral dünyaya bir şekilde bağlıdır. (“Astral” ismi başka bir tanımlama olmadığı için kullanılmıştır) Bu bağlı olma durumunu bir nebze anlayabilmek için hologram teknolojisini bilmek gerekir. Hologram; iki boyutlu bir filmden üç boyutlu görüntü çıkarma teknolojisidir. İşte bizlerde dört boyutlu dünyanın üç boyutlu yansımasıyız. Elbette basit hologram teknolojisinden çok daha ileri bir durum yaşamaktayız.

Bu arada bir konuya açıklık getirmem gerek. Yeni evren tanımları yapmam gerek yoksa kavram karmaşası yüzünden konu anlaşılmaz olabilir. Ben evren derken, şekil 1’de “3 boyutlu bizim evrenimiz” ya da “diğer madde evrenler”  ile gösterdiğim kabarcıklardan bahsetmiş olacağım. Buna görünen evrende diyebiliriz. Sadece kuantum dünyalarını kapsayan evrene de kuantum evren diyeceğim. Şeklin tümünü ise “süperevren” ismiyle adlandıracağım. Birde Hawking’inde bahsettiği “hiperevren” tanımım olacak ama onu daha sonra açıklayacağım.

Dünyamızda gördüğümüz her şey kuantum dünyasının en alt katının hologram yansımasıdır demiştik. Bu şu anlama gelmektedir. Evrenimiz ve içindeki her şey gerçek olan başka bir kuantum dünyasının yansımasından başka bir şey değildir. Yani bizler gerçek değiliz ama yapı olarak kendimizi gerçek gibi algılıyoruz. Şöyle bir benzetme yaparsam daha iyi anlaşılacağını umuyorum. Dünyamızda gördüğümüz atomlar aslında boyutsuz ama kütlesi olan enerji parçacıklarının bir yansımasıdır. Bu enerji parçacıklarına kuant diyoruz. Bizler atomaltı parçacıklara doğru indiğimizde o parçacıkların boyutsuz olduğunu görebilmekteyiz. Boyutsuz proton, nötron ya da elektronun boyutlu bir cisim oluşturması beklenemez. Oysa kendimizi üç boyut olarak görebiliyoruz. İşte bu durum tamamen o parçacıkların evrenimizdeki hologram yansımasından oluşmaktadır. Aslında parçacık yapısı olarak hiçbir yapı yoktur. Her şey dalgadır. Biz onları olasılık dalgaları olarak algılıyoruz ama görünen evrene yansımaları parçacık şeklinde olmaktadır. Mümkün olan her durumda bu enerji parçacıklarını biz dalga olarak değil parçacık olarak görmek durumundayız. Dalga yapıları hologramın içinde parçacığa çöker. Bu çökme işlemine sadece hologramın yapısı değil bizim beyin yapımızda katkı sağlar. Zaten her iki yapı bizim algı sistemimize yansır. Böylece olası her durumda biz dalgayla değil parçacıkla karşılaşırız ama bazen parçacığın doğal hali parçacık durumuyla açıklanamıyor. Aslında biz hep parçacık görmeye programlı olduğumuzdan dalga hareketiyle karşılaştığımız durumu açıklayamıyoruz. Çift yarık deneyinde parçacık olarak gördüğümüz elektronların sadece bize görünme şekli olduğunu düşünürsek durumu daha iyi anlarız. Aslında parçacık olarak hareket eden hiçbir şey yok. Her şey dalga halinde ama hologramda olduğu için parçacık gibi davranmaya çalışır. Tam başarılı olamaz. Eğer bu deneyi kuantum dünyasında yapabilsek parçacık olarak hiçbir şey görmeyecektik. Böylece bizi şaşırtan bir şeyde olmayacaktı.

M kuramına göre büyük patlama; 11 boyutlu uzayda yüzen menbranların birbiriyle çarpışmasından oluşmuştur.  M kuramında kütle çekimini anlatırken “bizden olmayan menbran” deyimiyle bahsettikleri bir menbran daha vardı. İşte o menbranın karşımenbran olduğunu düşünüyorum. Kuramda çarpıştığını söyledikleri iki menbrandan biri karşımadde menbranken diğeri madde menbrandır. Aslında bu menbranlara madde özelliği vermemek gerek. Onun için bizim maddelerimizin oluştuğu menbrana “menbran” karşımaddenin oluştuğu menbrana ise “karşımenbran” demek gerek. Çünkü bu menbranların kütleleri yok. Onlar sadece enerjidir. Fakat birbirleriyle çarpıştığında madde ve karşımadde oluşturabilmektedirler. Yani maddeyle karşımadde birleştiğinde ne oluyorsa bu menbranların çarpışmasında tam tersi oluyor.  Böylece çarpışma sonucu madde ve karşımadde oluşturup ikiz evren oluşturmaktadırlar. Bu durumu açmadan önce kuantum dünyalarındaki parçacıkların yapısından bahsetmek gerek.

Şekil 4 iki sarkaç zıt yönlere doğru 180° salınırken “SIFIR” noktasında aynı değeri alırlar.

Şekil 1 deki kuantum dünyaları kütleleri gittikçe küçülen ama ona karşılık dalga titreşimleri gittikçe artan bir parçacık yapısına sahiptir. Bu parçacıklar atomaltı bir yapıdadır. Şekil 2’yi anlamaya çalışırsak durumu bir nebze kavrayabiliriz. En dışta olan en büyük parçacık, atom; en alt düzey olan astral dünyanın elemanıdır. Bir üst eleman ise aslında kütle olarak daha küçük olmasına rağmen dalga titreşimi olarak daha büyüktür. Şekilde ki gösterimde alınan atom, proton, kuark ve sicim isimleri bilinenlerdir. İsimleri bilinmeyenleri boyut sayısıyla özdeşleştirdim.

Şekil 2’yi biraz açmak istiyorum. Çünkü bu yapı maddenin yapısını anlatmaktadır. Atomaltı dünyada her parçacığa bir dalga da eşlik etmektedir. Buna parça-dalga ikiliği denmektedir. İşte bu yapı onu göstermektedir. Kütle yapısı olarak en dışta olan parçacığın dalga titreşim hızı en düşük olmaktadır. Bu her katmanda değişmekte ve en son 11. boyutta kütlesiz ve saf dalga olan parçacıklara dönmektedir. Aslında 11. boyutta artık parçacık değil de menbran olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında sicim teorisine göre 10. boyutta da bu parçacıkların bir boyutlu sicimler oldukları gözükmektedir. Demek ki parçacıklar evrim geçirerek boyutsuz ama kütleli parçacıklardan, iki boyutlu ama kütlesiz menbranlara dönüşmektedir. Bu tanım “M Teorisi’ne göre, evren iki boyutlu bran’larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran’ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir “hiperuzay”. “Üç boyutlu kütlecikler” hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, “dört boyutlu kütlecikler” beş boyutlu bir uzaya v.b. giriyorlar.” (Fokus dergisi) Tanımının karşılığı olabilir. Benim menbran dediğim şeylere Hawking bran demektedir. Ben menbran deyimini tercih ediyorum. Çünkü sonuçta 11. boyutta oluşan şey menbrana benzemektedir.

Aslında bu yapıyı ayrı ayrı parçacıklar gibi düşünmemek gerekir. Şekil 2’deki her parçacık şekil 1’deki kuantum katlarında bir karşılığı var ve o kata denk gelmektedir. Şekildeki iç içe tüm parçacıklar aynı anda tüm kuantum dünyalarında var ama birbirlerini dalga titreşim farkından dolayı algılamazlar. Birbirlerini algılamamalarına rağmen birbirlerine bağlıdırlar. Bu bağ kütle çekimi dolayısıyla olmaktadır. (Kütle çekimini daha sonra açıklayacağım.)  Yani biz en dıştaki atomu ittiğimizde içteki parçacıklarını da itmiş oluruz.

Her parçacık bir enerjidir.  Bunun hesabını yapabilmek için Einstein’ın ünlü formülünü kullanabiliriz E=mc2. Eğer parçacığın kütlesiyle dalga titreşim hızını ölçebilirsek formülde yerine koyarak enerjiyi bulabiliriz. Einstein bu formülü evrenimizdeki parçacıkların (atom) enerjisini bulmak için oluşturmuştu. Ayrıca formüldeki hızı ışık hızı olarak kullanmıştı. Görünen evrende hız kuantum dünyalarında dalga titreşim hızına karşılık gelmektedir ve dalga titreşim hızının en düşük olduğu yer olan astral dünyada 300.000 km/sn kadardır.  Yani aslında E=mc2 özel bir durumdur. Kuantum dünyalarındaki genel durumun görünen evrene yansıyan özel halidir.

O zaman her kuantum katına karşılık gelen dalga titreşimini bulursak parçacığın kütlesiyle formülde yerine koyarsak o katmandaki parçacığın enerjisini bulmuş oluruz. Formül E=mv2 haline döner. Bu durumda kuantum dünyalarındaki parçacıkların dalga titreşim hızları ışık hızı üzerinde olmak zorundadır. 11. Boyuta doğru gittikçe hız artmakta ve sonuçta menbranın hızına ulaşmaktadır. Dalga titreşim hızları ışık hızının üstünde olan parçacıkların varlığı bilinmektedir. 11 boyutlu uzaydaki menbranların dalga titreşim hızları tespit edilirse kuantum katlarındaki parçacıkların yapısı ve durumları tam anlaşılır olacaktır.

Şekil 5 Sayı doğrusu bize evrendeki her şeyi matematikle anlayabileceğimizi söylüyor.

M kuramında menbranların çarpışmasıyla oluşan kabarcık evrenlerden bahsedilmektedir. Fakat her kabarcık evrene karşılık karşıevrende oluşmak durumundadır. Şekil 1’de oluşan süperevrenlerden bahsediyorum. Şekildeki ikiz evrenler beraber oluşmak zorundadır.

M kuramına göre “sonsuz uzayda gezen menbranların birbirleriyle çarpışması sonucu evrenler oluşmuş” denmektedir. Ben bu tanımlamaya pek katılmıyorum. Menbranlar nasıl bir uzayda pek bilmiyorum. Çünkü 11 boyutlu uzayın kanun ve kurallarını bilmiyoruz. Hatta büyüklük ve yapısı hakkında pek bilgimiz yok. Bana göre menbranların çarpışması iki maddenin çarpışması gibi olamaz. Zaten onlar madde değil dalga şeklindedirler. Menbranların şekil 3’deki gibi fazları salınım yapmış olmalıdır. +90 ile -90 fazlarında duran menbranlar bir şeyden etkilenerek salınım yapmışlardır. Bu salanımın şiddeti 90° altındaysa herhangi bir çarpışma olmaz. Eğer salınım 90° ise genlik 180° olmuş olur ve iki menbran tepe noktalarında aynı değeri alır. İşte bizim Büyük Patlama dediğimiz şeyin başlangıcı oluşmuş olur. Fakat asıl büyük patlama henüz gerçekleşmemiştir.

Durumu anlayabilmek için şekil 4’deki sarkaçları incelemek gerek. Her iki sarkaçta aynı uzayda olmalarına rağmen biri +90° diğeri -90° fazında olduğu için birbirleriyle etkileşmezler. Aralarında 180° gibi bir faz açısı ile uzayı paylaşmaktadırlar. Eğer menbranlarda oluşan faz salınımı 90° dereceden küçük ise sarkaçlar birbirlerini algılamaz ve o zaman büyük patlama oluşmaz. Eğer tam 90°’lik bir salınım olursa şekil 3’deki gibi sinüs eğrisinin tepe noktaları aynı değere ulaşır. O zaman sinüs eğrisinin her tepesinde bir büyük patlama olur. Her büyük patlama bir çift evren (süperevren) oluşturmaktadır ve sanırım sayamayacağımız kadar çok büyük patlama olmuş ve olacaktır.  İşte bütün bu evrenleri de içeren yapıya “hiperevren” adını uygun görmekteyim. Bu tanımı Hawking’de aynı anlamda mı kullandı bilmiyorum. Bu şekillerde gözükmeyen ama 180° ile -180° konumları aynı yerlerdir. 360°’lik bir döngüde aynı noktaya gelirler ve o noktada menbranlar birbirini algılayarak büyük patlama oluştururlar.

Şekil 6- Şekil 1 ile şekil 2’in üç boyutlu gösterimi. Görüldüğü gibi 3 boyut şeklin dışında açık, geri kalan 8 boyut şeklin içinde hapis.

Patlama oluştuğu anda madde ve karşımaddeler oluşmaktadır. Bu madde ve karşımaddeler birbirlerini algıladıkları anda bir taraftan tekrar birleşirlerken bir taraftan da menbranlar tarafından çekilirler. Madde oluşturan menbran aynı yüke sahip olduğu için maddeyi iter ve karşı menbran ise çeker. Bu durumda Şekil 3’deki gibi bir yapı oluşur ve her evren kendi kabarcık uzayını oluşturarak büyümeye başlar. Asıl genişleme gücü bu safhada oluşur. Bu çekmeler sonucu maddeyle karşımadde evrenler 180° faz farkıyla birbirlerinden ayrılırlar. Artık birbirlerini algılamazlar. Aslında oluşan şey kütleli ama boyutsuz enerji parçacıklarıdır. Madde ise o enerji parçacıklarının evrenimize yansımasından başkası değildir.

Şekil 3’de özel bir durum var. Faz yönlerini belirleyen ok işaretlerine bakarsanız bu bize sayı doğrusunu çağrıştırmaktadır. Şekil 5 ile bu yönleri çakıştırdığımızda gördüğümüz şey; menbranların da çözülebilecek olduğu matematiğe tabi olduğumuzdur. Sanal sayılar ise kuantum dünyalarına denk gelmektedir. Yani biz o dünyaları göremezsek bile matematik olarak bu olayları çözebiliriz.

Şimdiye kadar anlattığım yapıyı biraz daha anlaşılır yapmak ve kütle çekimiyle birleştirmek için şekil 6’yı inceleyelim. Şekil 6, şekil 1 ve şekil 2’nin üç boyutlu görüntüsüdür. En dış kabuk atomu temsil ediyor. Aslında atomun kuantum dünyasındaki boyutsuz karşılığıdır ama onların şekli olmadığı için bu gösterimi kullanmaktayım. Her parçacık şekil 1’deki bir katmana karşılık gelmektedir. Şekildeki kürenin dışı tüm uzayı temsil etmektedir. Bu durumda 11. boyutta olan menbran tek bir nokta gibi gözükmesine karşın tam olarak 11 boyutlu bir uzaya karşılık gelmektedir. Yani asıl gösterim şekil 1’deki 11. boyutun olduğu yerdir. M kuramını oluşturanlar menbranların sonsuz uzunlukta olduğunu söylemektedir. Bu sonsuz uzunluk onun çember şeklinde olduğunu gösterir.

Kütle çekimi, nereden kaynaklanmaktadır?

M kuramında kütle çekimi anlatılırken kuramcılar  “11. boyuttan başlayan kütle çekiminin, bizim 3. boyuta gelene kadar sürekli güç kaybettiğinden, bize gelene kadar zayıflayarak mevcut durumuna gelmiştir” demektedir. Kuramcılara göre Kütle çekimi bizim evren kaynaklı değildir. 11 boyutlu uzaydan 3 boyutlu uzaya doğru geldiği hesaplandığında, hesapların tam olarak oturduğu söylenmektedir. İşte bu anlatım şekil 6’da gözükmektedir.  11. boyuttan doğru gelen ve kesikli çizgiyle gösterdiğim kütle çekimi bize gelene kadar azalmaktadır. Aslında kütle çekimi diye hissettiğimiz şey karşımenbranın kütleyi çekmesinden başka bir şey değildir. Bu çekim büyük bir ihtimalle manyetik alan çekimine benzerdir. Karşımenbranın maddeyi çektiğinde madde niye bir tarafa gitmez diye sorulursa aslında madde gideceği yere kadar gitti ve tam olarak menbranın olduğu uzayda durmaktadır. Yani artık bir yere gidemez. Artık yapacağı hareketler içten değil dış etkilerden oluşmaktadır. Menbranla farklı frekansta olduklarından birbirlerini algılamazlar. Kütlenin içindeki 11. boyuttan gelen çekim kuvveti kütlenin dışına üç boyuta çıkmakta ve diğer kütleleri de etkilemektedir. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 2010 sayısında “paralel evrenler” adlı yazıda paralel evrenlerden bizim evrenimize sadece kütle çekiminin gelebileceğini söylemektedir.  Oradaki anlatımda bahsi geçen paralel evrenler şekil 1’deki “kuantum katlarına” karşılık geldiğini düşünmek gerek. Böylece kütle çekimi diye tanımladığımız kuvvet menbranın çekiminden oluşmakta ve sadece çekme kuvveti olarak bize yansımaktadır. Evrenimizde karşımadde olmadığı içinde hep çekme kuvveti olarak devam edecektir. Eğer karşı madde olmuş olsaydı kütleçekimi onu itmesi gerekirdi. Böylece ortaya çıkan sonuç bu gün bizim yaşadığımız gibi olmaktadır. Hep kütlelerin birbirini çektiğini düşünmemize rağmen gerçekte menbranın kütleyi çekmesi söz konusudur. Fakat menbranın kütleyi çekebilmesi için kullandığı yol da yine kütleden geçmektedir. Kütlenin içinden gelen bu durumu biz kütlenin kendi çekim gücü olarak anlıyoruz. Yani kütle çekimini biz iki kütlenin çekimi gibi görüyor olmamıza rağmen kütlenin karşımenbran tarafından çekilmesinden başka bir şey değildir.

Hawking’in sözünü ettiği “Büyük Patlama’nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.” (Fokus dergisi) Sözü tam olarak şekil 6’da görülmektedir. Üç mekân boyutu şeklin dışında diğerleri şeklin içinde hapis… Aslında Hawking tam olarak şekildeki durumu kastetmiyor ama duruma ne kadar yaklaştığını görüyorsunuz. Bizler üç boyutu algılamaktayız. Diğer boyutlar atomun içinde gibi bir durum yaşamaktayız. Bir üst boyutta olan bir nesne için ise dört boyut açık olmuş oluyor. Yani üst boyuta çıkıldıkça boyutlar açılıyor.

Maddenin yapısı nasıldır?

 

Bildiğimiz atom modelini hayal edebiliriz. Yani ortada proton ve nötronlardan oluşan çekirdek ve etrafında dönen elektronlardan oluşur. Şekil 7’de en üstteki bilinen şekil. Bu durumu şekil 6’ya uyarlarsak dış kabuğun içinde “proton” ile gösterdiğim küreden birden çok var demektir. Helyum atomu için düşünürsek çekirdekte 2 tane proton 2 tane nötron ve çevrede dönen 2 tane elektrondan oluşur. Maddedeki nötron ve elektron protonun eşdeğeridir. Bir proton ise 3 adet kuarktan oluşur. Kuarklarda alt parçacıkların farklı diziliminden oluşur. Aslında elektronda kuarktan oluşur ama onun kuarklarını oluşturan alt parçacıklar çok daha farklı olmalıdır. Şekil 7′de atomdan sicime giden yapı gözükmektedir. Eğer tersten başlayacak olursak ilk patlamadan sonra sicimler oluştu. Evren tamamen sicimlerden oluştu. karşısicimler de karşıevreni oluşturdu. Sicimler küçükte olsa bir kütleye sahiptir. Aslında evrendeki tüm kütle sicimlerden gelmektedir. Sicimin kütlesi çok küçük olabilir ama sayı o kadar çok ki tüm kütleyi oluşturur.

Şekil 7 Atomdan menbrana giden parçacıklar serisi

Evren soğumaya devam ederken, sıcaklık belli bir seviyeye düşünce sicimler tek başlarına var olamazlar. İşte o zaman birkaç tanesi bir araya gelerek yeni bir kararlı parçacık oluşturur. Bu parçacıklara boyut sayısına atfen 9 parçacığı diyeceğim. 9 parçacığı içindeki sicim sayısına bağlı olarak bir kütleye sahip olacaktır. Oluşan parçacığın kütlesi arttığı için dalga titreşim hızı düşecektir. Fakat tek tür bir parçacık oluştuğunu düşünmek doğru değildir. Nasıl ki görünen evrende bir sürü atom varsa, orası da öyledir. Fakat oluşan her parçacık kararlı olmaz. Kararlı olmayanlar tekrar bozunur. Fakat yeni evrende kararlı olan parçacıklar havuzu bizi ilgilendirmektedir. Evrenin soğuması başka bir şeyi daha oluşturmaktadır. Boyut sayısı azalmaktadır. Boyutlar zaman boyutu olduğu için etkilerini pek anlayamıyorum. İşte boyutun azaldığı her noktada bir enerji eşiği oluşmaktadır. Yani bizler parçacık hızlandırıcılarda bu enerji eşiklerine ulaşarak alt parçacıklara ulaşmaktayız. Bu enerji eşiklerinden biri renk kuvveti bir tanesi de güçlü kuvvettir. (Görünen evrendeki boyutlar kuantum dünyalarında yer değiştirir. Zaman mekana, mekanda zaman dönüşür. mekana dönüşen zaman tüm kuantum dünyalarında tek boyut olmaya devam eder. Fakat 3 mekan boyutu zaman dönüştüğünde, 1 artarak devam eder. Yani şekillerde 4′den 11′ boyuta kadar olan gösterim zaman boyutudur. Mekan boyutu bu şekillerde kullanılmamıştır. Örneğin 7 parçacığı dediğimde, 7 zaman ve 1 mekan boyutlu olduğunu anlamak gerekir. Görüldüğü gibi kuantum dünyaları mekan olarak tek boyutludur. Yani orayı karadelik olarak düşünebiliriz.)

Soğuma devam ettikçe hem boyut sayısı azalmakta hem de daha kütleli yeni parçacıklar oluşmaktadır. 9 parçacığından birkaçı birleşerek 8 parçacığını onlarda daha kütleli diğer parçacıkları oluşturur. Kütle arttıkça dalga titreşimi düşer. Ben ara süreci atlayarak tespit edebildiğimiz parçacıklardan devam edeyim.

Kuarklar bugün ulaşabildiğimiz en küçük parçacıklardır. Kuarkları bir arada tutan kuvvete ise renk kuvveti diyoruz ve kuarklar 5 boyutlu uzayın elemanıdır. 3 kuarktan bir proton oluşmaktadır. Fakat bir kuark kaç 6 parçacığından oluştuğu belli değil. Henüz kuarkları parçalayabilecek enerjiye ulaşamadık.

5 boyutlu uzayın doğal elemanı sadece tek tip değildir. Çeşitli kararlı elemanlar vardır. Yani çeşitli kuarklar vardır. Bunların çeşitli sayıda birleşmeleri proton, nötron ve elektronları oluşturur. Proton, nötron ve elektronlar güçlü kuvvetle, renk kuvveti aralığındaki kararlı elemanlardır. Başka daha elemanlarda vardır ama bizi ilgilendiren bu parçacıklardır. Atomu bu parçacıklar oluşturur. Atom ise kuantum dünyasının en altını (astral) oluşturur. Yani şekil 1’de çizgiyle gösterdiğim yerdedirler. Görünen evrenimiz bu düzeyin hologramından oluşur. En düşük enerjiyle atom parçalanabilir. Alt elemanlarına ayrılan atom 4 boyutlu uzayda kendini bulur. Yani protonlarına ayrılmış olur. Aslında astral düzeyde 4 boyutludur. Fakat atom sadece en altta olur. Çünkü kütlesi dolayısıyla titreşim hızı ışık hızına düşmüştür. İşte ışık hızında titreşen bir şeyin mekânı astral düzeydir. Fakat atomun titreşim hızı çok az artsa bile anında parçalanır. Aslında çok az artması için bile zayıf kuvvet kadar bir güç gereklidir. Ya da titreşimi artıran tekâmül sürecinin işlemesi gerekir. En küçük artış atomun parçalanmasını sağlar. Atom dünyamızda çok kararlı bir parçacık olmasına rağmen kuantum dünyasında en kararsız parçacıktır. Enerji düzeyleri çok yüksek olduğu için atom çok kararlı bir parçacık konumunda değildir. Şekil 6’da anlattığım yapıyı boyut yönünden, şekil 7′de ise parçacık yönünden görmektesiniz.

Şekil 8 Evren kütle kaybettikçe küçülerek tekrar içine kapanamayacak hale gelir.

Süper simetri teorisi gereği evrende antimaddenin de olması gerekir. Çünkü bugün elde ettiğimiz her parçacığı mutlaka zıttı ile elde ettik. Oysa evrende antimadde gökadaları göremiyoruz.Süper simetri neden gözlemlerle uyuşmuyor?

Süper simetriyi doğuran standart model aslında parçacıkları açıklamakta yeterli olmasına rağmen antimadde bulunamadığından dolayı kuşkuyla karşılanmaktadır. Aslında sorun standart modelde değildir. Sorun evrenin birkaç kere çöküp patlamasından kaynaklanmaktadır. Yukarda anlattığım gibi evrenin ilk patlamasında madde ve antimadde ayrıştı. Ondan sonraki evrenler kendi içine çökerek tekrar oluştukları için anti tarafı yoktur. Yani içinde bulunduğumuz evren kesinlikle tekillikten başlamıştır (karadelik) onun için büyük patlama teorisi ve standart model doğru olmalarına rağmen karşı madde tarafı gözlenemez durumdadır.

Eğer evren birkaç kere çöküp patladıysa bu nasıl mümkündür?

Evrenin başlangıcında madde ve antimadde evrenler oluşup birbirlerinden 180° fazla açıldıklarından birbirlerini yok edemediler. Fakat evrenin çok kısa bir aralığında genişleme sürerken bir miktar maddeyle antimadde birbirlerini yok etti. İşte asıl genişleme hızını belirleyen şey bu ikinci patlamadır. İlk genişleme sürecinin durumu açıklayamaması yüzünden Alan Guth ikinci bir şişmenin olması gerektiğini bulmuştur. Fakat o evrenin tekillikten başladığını onun için madde antimadde çarpışmasının olamayacağını düşündüğünden yeni egzotik bir parçacık türetmiştir. Alan Guth “o zamanlar uzay-zamanı dolduran ve itme etkisi oluşturan negatif basınca sahip atomaltı parçacıklarla doluydu” (Bilim teknik Dergisi ağustos 2010 paralel evrenler) diyerek şişmeyi açıklamaya çalışmıştır. Bu günde benzer açıklama karanlık enerji içinde yapılmaktadır.

Patlama uzayın çok ani olarak şişmesini sağlamış ve çok hızla da soğutmuştur. Bu süreçler yaşanırken bir taraftan da menbranlar maddeleri çekip ayırmıştır. Böylece az bir madde ve antimaddenin patlamada yok olması sağlanmıştır. Bu sayede içinde çok fazla madde olan ikiz evrenler oluşmuştur. Şekil 8’de görüldüğü gibi evrenlerdeki fazla maddeler evrenin tekrar içine kapanmasını sağlamıştır. İçine kapanan evren tek bir karadeliğe dönüşmüş ve kapandığı hızla tekrar patlamıştır. Karadeliğin tekrar patlaması doğal bir süreçtir. Evreni bir nabız atışı gibi düşünmek gerek. Oluşan tek karadeliğin arkası akdeliktir. Böylece evren bir açılıp bir kapanmaktadır. Evren açılıp kapanmayı sonsuza kadar sürdürmek ister ama evrenin önünde bir engel vardır. Bir müddet sonra evrenin salınımı durur.

Durmayı sağlayan şey evrenin sürekli kütle kaybediyor oluşudur. Evren her patlamadan bir müddet sonra kütle kaybetmeye başlar. Bu kütle kaybı çekim kuvvetini azaltır. Onun için ilk oluşan evren en kısa ömürlü olanıdır. Kütle kaybı nedeniyle birkaç patlamadan sonra içindeki maddeler tekrar içine kapanmasına yetmeyecek kadar azalmış olur. İşte biz şu anda evrenin tekrar içine kapanamayacağı son açılımda yaşıyor olabiliriz.

Evrenden madde eksildiğini tespit edebilir miyiz?

Kütle kaybetmenin etkilerini gözlemlemek zordur. Çünkü evrenimiz kaybolan kütleler oranında büzüşmektedir. Bu büzüşme bizim ölçü sistemlerimizi de aynı oranda etkilediği için farkı göremeyiz. Işık dahi büzüşmektedir. Yani metre, kütle ağırlığı veya ışık hızı gittikçe azalmaktadır. Azalma oranıyla tüm evren aynı oranda küçüldüğü için farkı algılamıyoruz. Eğer zaman içinde “atom büyüklüğünü” ölçebilirsek bunu fark edebiliriz ama o kadar küçük etki o kadar az zamanda görülebilir mi bilmiyorum. Aslında bu durumu fark edebilmek için ikinci bir yol daha var. Eğer uzaydaki gök cisimlerinden birinin uzaklığını paralaks gibi farklı bir yöntemle ölçebilirsek bu durumu anlamak mümkün olabilir. Diyelim ki paralaks yöntemiyle bir galaksinin bizimle eş hareket ettiğinin tespit edebilirsek sorunu çözmüş oluruz. Gerçekte bizimle eş hareket eden yani bizden uzaklaşmayan ya da yaklaşmayan bu galaksinin ışığı kırmızıya kayması gerekir. Kırmızıya kayma küçülen galaksilerin arasındaki uzayın büyümesinden gelir. Yani galaksiler gittikçe küçülürken sabit uzay içinde birbirlerinden uzaklaşıyormuş izlenimi verir. Kısaca evrenin yoğunluğu azalmaktadır. Aslında bu gün galaksilerden oluşan kümeler var. Bu kümeler bir kütle merkezi çevresinde hareket ederler. Yani kütleçekimsel etkiler nedeniyle birbirlerinden uzaklaşmadan tek bir kütleymiş gibi hareket ederler. İşte böyle kümelerin varlığı madde eksilmesini açıklayabilir. Özellikle bizimde içinde olduğumuz bir kümedeki galaksilerin bizden uzaklaşmamaları gerekir. Andromeda gibi yerel hareketlerden bahsetmiyorum. Eğer bizden uzaklaşmaması gereken bir küme elemanı bizden uzaklaşıyorsa bu onun bizden uzaklaşmasından değil galaksilerin küçülmesinden kaynaklanır. Böyle bir durumun var olduğunu düşünüyorum. İki galakside birbirlerine göre hareket etmezse bile kütle azalması yüzünden büzüşürler. İşte o küçülmeler onlardan gelen ışığın kırmızıya kaymasına sebep olacaktır.

Bu durumu biraz daha açmaya çalışayım. Söylemeye çalıştığım şey şu; eğer galaksiler arası boşluk hızlanarak genişliyor ise, KÜMELER oluşamaz. Yok, galaksiler arası boşluk değil de kümeler arası boşluk hızlanarak genişliyor ise. SÜPERKÜMELER oluşamaz yani bir yerde hızlanarak genişleme varsa ya birbirlerini çekmiyorlar ki bu mümkün değil ya da kütle çekimi gittikçe kuvvet kaybediyordur. Benim bu ana kadar anlattıklarımı anlayan kişiler zaten evrenin kütle kaybettiğini anlarlar. İşte evrenin hızlanarak genişlemesini sağlayan şey kütle kaybıdır. (Daha sonra değineceğim başka bir etki daha var.)  Hem evrende galaksi kümeleri var hem de aralarındaki mesafe hızlanarak artıyor diyemezsiniz. Hızlanarak artıyor demek onların birbirlerinden koptuğu anlamına gelir. O zaman bir küme değillerdir. Gerçekte kütle çekiminin kopması mümkün değildir. Çünkü kütle çekiminin menzili sonsuzdur. O zaman hem bir küme oluşturup hem de aralarındaki mesafenin artmasının tek açıklaması olur. Kütle çekimi azalıyor.

Buradaki can alıcı soru evren nasıl kütle kaybetmektedir ve bu kütleler ne olmaktadır. Aslında bu kütlelerin %22’lik kısmının nerede olduğunu biliyoruz. Bu kısım evrende göremediğimiz ama kütle çekimsel olarak varlığını bildiğimiz karanlık maddenin ta kendisidir. Bunu Bilim insanları da söylemektedir. “Araştırmacılar, paralel evrenlerin sadece üzerimizdeki kütleçekim etkisini hissedilebileceğimizi öngörüyor. Hatta evrenimizde optik aletlerimize takılmayan ancak varlığı öngörülen karanlık enerjinin, bu evrenlerden bizimkine sızan kütleçekim dalgaları olduğunu savunuyorlar.” (Bilim Teknik Dergisi Ağustos 2010 Paralel evrenler) Burada “karanlık enerji” yerine “karanlık madde” demek gerekir. Çünkü karanlık enerji diye bir şey yok. Bu tanımlamanın önemi evrenimize görünmeyen bir yerlerden kütleçekimsel etkinin var olabileceği bilgisidir. Bu durumu şekil 6’yı kullanarak açıklamaya çalışayım. Şekilde görülen en dış katmandaki “atom” yapısının olmadığı bir parçacık düşünün. Bu protona karşılık gelmektedir ve 4 boyutlu uzayın doğal elemanı olmuş oluyor. Yani 1. kuantum dünyası proton, nötron ve elektronlardan oluşmaktadır. O uzayın doğal parçacıkları bunlar olmuş oluyor. Yani bizdeki çeşit çeşit atoma karşılık gelmektedirler. Nasıl ki çok ağır atomlardan hafif atomlara kadar bir yapı var ise orada da buna benzer bir yapı vardır. Bu yapı daha altta da aynı şekilde devam etmektedir. Bu demektir ki kütle olarak hissettiğimiz ama kendilerini göremediğimiz kütleler bu elemanlardır.

Kütlenin nasıl kaybolabileceğini anlatmaya çalışayım. Eğer “atom” herhangi bir nedenle şekil 6’daki en dış kabuğu atarsa derhal 4 boyutlu uzayın elemanı olur. Artık 3 boyutlu uzayda algılanmaz olur. Fakat kütle çekimi etkisini sürdürmeye devam eder. Atom dağılarak alt elemanlarına ayrılır. Yani proton, nötron ve elektrona dönüşür. Bu parçacıkları biz doğal ortamlarında göremeyiz. Çünkü biz en alt düzey olan astral düzeyindeyiz yani biz atomların doğal ortamındayız. Ancak adı geçen parçacıkları elde etmek istediğimizde de sorun yaşamıyoruz. Çünkü bizde şekil 6’daki 1. kuantum katındayız. Ancak titreşim farkımızdan dolayı onları her istediğimiz anda algılayamıyoruz. Algılamak istediğimiz parçacığı aletler sayesinde görebiliyoruz. Bizim görmekte sorun yaşadığımız asıl parçacıklar kuarklardır. Teorik olarak kuarklar doğada serbestçe bulunmazlar. Bizlerde onları parçacık hızlandırıcılarda bulut halinde görmeye çalışıyoruz.

Kütle eksilmesine giden yolda, atomun alt parçalarına ayrılarak sicime kadar ulaşması gerekir. Bir proton bir zaman gelir kuarklarına ayrılır. Kuarklarda daha alt parçacıklarına derken süreç sicimlere kadar devam eder. Fakat tüm parçacıkların kütle etkisi devam eder. Bir atomun kütlesi onu oluşturan parçacıkların toplamına eşittir. Onun için evrende kütle kaybı oluşmaz. Kütle kaybı oluşmaz ama o parçacıkları da göremeyiz. İşte karanlık madde denilen şey bu parçacıklardır.

Sicimlere gelince durum farklılık gösterir. Sicimlerin dalga titreşimi o kadar artar ki ilk doğdukları menbranın hızına erişir. Aynı süreç anti evrendeki ikiz parçacıklar içinde geçerlidir ve menbranların hızına aynı anda ulaşırlar. O anda hem aynı titreşim hızında hem de aynı uzayda olurlar ama faz farkı sebebiyle birbirlerini algılayamazlar. Fakat ilk Büyük patlamayı oluşturan etki tekrarlanır. Sicimler oluştukları menbranların fazını iterler. Elbette menbranda sicimlerin fazını iter. Aynı süreç anti evrende de gerçekleşir. Böylece antisicimlerle sicimler birbirlerini fark ederler. İşte ikinci bir patlamayla sicimler kütlelerini kaybederek gama ışınlarına dönerler. Sadece kütleleri yok olmaz ters yönlü olan zamanları da yok olur. Böylece yeni bir menbran oluşur. Fakat bu menbran ilk doğduğu menbrandan çok farklı olur. İşte evrenin varolma gerekçesi de burada yatmaktadır. İşte bu patlama evrenden büyük bir miktarda kütlenin eksilmesini getirir.

Aslında maddelerin dalga titreşim hızlarının artması doğal süreç değildir ama bu işlemin nasıl olduğu diğer yazılarımda var.

10 boyutlu uzayda bu parçacıkları sicim olarak hesap etmekteyiz. Demek ki 11. boyutta o sicimler bir şekilde menbran haline gelmektedir. Böylece menbranlar çarpıştıklarında kaybettikleri enerjiyi tekrar geri kazanmaktadırlar ama bu yeni bir faz salınımı yaratmış olabilir. Hem de böylece başlangıçta oluşan durum gibi bir sürü seri büyük patlamanın fitili ateşlenmiş olabilir.  Yani her şey yeni baştan devam edebilir. Fakat menbranların faz salınımı yapmasına etki çok farklı bir şekilde de olabilir.  Eğer menbranlardan birini dişi birini erkek kabul edersek bu çarpışma cinsel birleşmeye denk gelir ki o zaman bilinçli bir tercihin varlığını kabul etmemiz gerekir. Bizde anne karnında olan bir fetüsün kendi varlığını sorgulamasına benzeriz. Fakat bu düşünceler bir beyin jimnastiğinden öte gitmeyebilir de.

Madde eksilmesi ne zaman başlamıştır?

Madde eksilmesi kozmik tarihin ilk başlarında olmaması gerekir. Çünkü o zaman madde eksilmesini sağlayacak mekanizma henüz devreye girmemiştir. Bir belgeselde de evrenin genişlemesi anlatılırken “Kozmik tarihin ilk yarısında evrenin genişleme gücü gittikçe yavaşladı. Daha sonra gizemli bir güç, evrenin hızlanarak genişlemesini sağlamıştır” denilmektedir. İşte bu gizemli güç denilen şey kütle kaybıdır. Kütle kaybının başladığı andan itibaren hızlanarak genişlemektedir. Daha öncesinde kütle çekimi büyük patlamanın verdiği kaçış hızını sürekli azaltmıştır. Kütle kaybı toplam kütleyi azalttığı için toplam çekim gücüde azalmıştır. Çekim gücü azalınca kaçış hızı artmıştır. Azalmaya devam ettikçe de artmaya devam edecektir.

Büyük Patlama bir bomba patlamasına benzer mi?

Büyük Patlamayı çoğu kişi bir bomba patlaması gibi düşünür. Oysa kesinlikle öyle değildir. Büyük patlama bir genişleme olayıdır. Uzayı oluşturan şey kütledir. Kütlelerin arası açıldıkça oluşturdukları uzay büyümektedir. Kütle ne kadar çoksa etrafında oluşan uzayda o kadar büyük olur. Görünen evrende, kapalı bir kutu içindeki gaz hareketine eşdeğer hareket var. Gaz atomlarını galaksilerle özdeşleştirerek durumu izah etmeye çalışayım. Kapalı kutuyu her yönden büyüttüğümüzü düşünelim. İçindeki gazlar her tarafa eşit yayılır. Böylece kutu içindeki gaz dağılımı dengeli olur. Bunun olabilmesi için kutu içindeki tüm atomların arasındaki mesafe artmak zorundadır. İşte bizden uzaklaşan galaksiler bu duruma benzemektedir.  Galaksiler bir patlamadaki gibi saçılma halinde değil, hacim büyümesinin sonucu bizden uzaklaşmaktadırlar. Aslında galaksiler bir hareket yapmazlar. (Kütle çekimsel etkilerle yaptıkları hareketler var ama kastedilen genişleme etkisi)

Bu durumu Bilim Teknik dergisinde şöyle açıklamışlardı. Üzümlü bir kek yaptığımızı düşünelim. Hamur yoğrulduğunda üzümler hamurun içinde dağınık olarak durur. İşte hamur evren ve üzümler de galaksi olsun.  Hamur kabardığında üzümlerde birbirlerinden uzaklaşacaktır. Aslında bireysel bir hareket yoktur. Şişen evrenin hacmi genişlediği için baştaki dengenin korunması için galaksilerin arası açılmış olur.

Mesafe yani uzaklığın kaynağı nedir?

Mesafe yani uzaklık, tıpkı zaman genişlemesi gibi görünen evrenin bir özelliğidir. Yani kuantum dünyalarında uzaklık kavramı ve zaman genişlemesi olgusu yoktur. Bizim bu söylemden anlamamız gereken şey şudur: Kuantum dünyalarında uzaklık kavramıyla zaman genişlemesi olayı yoktur. Uzaklık kavramı olmadığı için orada yürümek gezmek ya da bir yere gitmek anlamlı değildir. Orasının bir karadelik olduğunu söylemiştim. Yani tek boyut vardır. Orada bir yere gitmek yerine, olmak istediğin ortamı düşünerek orada olmayı sağlarsın. Bu düşünce ile bir yolculuk yapmazsın sadece düşündüğün yer çevrende belirir. Aynı şey zaman genişlemesi içinde geçerlidir. Orada zamanın akmadığını ve zaman içinde hareket edebilme imkânımızın olduğunu söylemiştim. Fakat zaman genişlemesi denen uzun süreler yoktur. Orada zaman “an” denilen zaman dilimlerinden oluşur. Yani sürekli bir akım yoktur. Kesikli bir yapı vardır ve zamanda bir anı düşünen kişi o anda kendini bulur. O anda zaman ilerlemez. Kişi o anı istediği kadar deneyimleyebilir. Üstelik zaman tek boyutlu değildir. Çok boyutlu olmanın nasıl bir şey olduğunu tahmin edemiyorum.

Karanlık madde ve karanlık enerji nedir?

Karanlık maddeyi oluşturan parçalar nedir? Evrenin yüzde 96’sını görmüyoruz! Büyük Patlama’nın yankısı 1964’te keşfedildi ve son yıllarda yapılan en ayrıntılı ölçümler bize, evrenin yaklaşık yüzde 74’ünün, karanlık enerji denilen ve evrenin sürekli ve devamlı hızlanarak hâlâ büyüyor olmasına yol açan bir enerji olduğunu gösteriyor. Evrenin yalnızca yüzde 4’ü şu an okuduğunuz dergi gibi elinizde tutabileceğiniz ya da Hubble teleskobunun fotoğrafladığı muhteşem görüntüleri veren madde. Evrenin geri kalan yaklaşık yüzde 22’lik kısmıysa şu an içimizden geçip giden ve göremediğimiz için karanlık madde dediğimiz bir madde. Buna madde denmesinin nedeniyse kütlesi olması. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 2009 “CERN ve Büyük Hadron Çarpıştırıcısı”

Bu yazıda sorular özetleniyor.  Öncelikle karanlık enerjiye değineyim. Daha öncede yazmıştım. Karanlık enerji diye bir şey yok. Bu kabul tamamen görünen evrenin hızlanarak genişlemesinden çıkarılmış bir sonuçtur. Bilim evrenin kütle kaybettiğini kabul ettiğinde bu çıkarımdan vazgeçecektir. Fakat karanlık madde çok farklıdır. Onun kütleçekimsel kuvvetini hissediyoruz. Galaksilerin kendi etrafında dönüş hızları, kenarlarında olan yıldızların uzaya kaçmasına sebep olması gerekirken, bir şey olmaması, çekim gücünün görünen maddenin epey üstünde olduğunu göstermektedir.  Yazıda da bu oranın %22 lik bir kısmı oluşturduğunu göstermektedir. Bu 22’lik kısım kuantum dünyalarındaki kütlelerden kaynaklanır. Çekim gücü 11. boyuttan bize kadar uzanmaktadır. Fakat kullandığı yol kütlelerden geçmektedir.

Yeni bir evren modeli.

Şekil 9 Ana evren içinde tali evrenler.

Evrenimiz, karadeliğin arkasında oluşan akdelik olabilir diye yazdım. Bunu anlayabilmek için Bilim ve Teknik DergisiMayıs 2010 sayısındaki Yeni bir Evren Modeli isimli yazıyı okumak gerek. Orada her karadeliğin arkasında bir akdeliğin olması gerektiği ve bu akdeliğin yeni bir evren oluşturabileceği anlatılmaktadır. Yazıda; Poplawski, her karadeliğin genel görelilikte bir Einstein-Rosen çözümü olduğunu söylüyor. Bu anlatımdan anladığım şey bizim evrenimiz bile bir karadeliğin arkası olabilir.

Her karadelik yuttuğu madde miktarı kadar büyür ve kütlesini artırır. Bazen de iki karadelik birleşebilir. Bu sefer iki karadeliğin kütle toplamı kadar büyük bir evren oluşmuş olur. Ama her karadelik ayrı bir evrendir. Birleşerek yeni evren oluşturabilirler. Daha öncede dediğim gibi evreni oluşturan şey kütledir. Kütle kendisine uzay oluşturur. Boşluk dediğimiz şey kütlenin oluşturduğu etki alanıdır.

İlk Büyük Patlama anında evren ve karşıevren oluştu ama faz farkı onların bir daha birleşmesini engelledi demiştim. Böylece her evren içinde karadelikler oluşup yeni evrenler oluşturdu. Fakat tüm karadelikler uzayı 3 boyuta dik 4. Boyut doğrusunda deldiği için aynı evrene açılır. Yani evrenimizdeki tüm karadelikler alt evrene açılır. Fakat ana evren kapanıp açılırken tüm alt evrenlerde yok olur. Hepsi tek bir karadeliğe dönüşür. İşte en büyük karadeliğin çökme hızı evrenin ilk patlama hızında olacaktır ve arkasındaki akdelikte oluşacak evreninde patlama hızı aynı olacaktır.

Bu durum bize çok daha karmaşık bir evren yapısı sunar. Çünkü biz şu anda menbranların çarpışmasından oluşan ana evrende miyiz yoksa yavru evrende miyiz diye araştırmamız gerek. Aslında maddenin yetersizliği bizim tali bir karadelikte olduğumuzu gösterebilir ama ilk evrenin son demlerinde de olabiliriz.

Eğer bir karadeliğe madde düşerse, arkasındaki akdelikte yaşayanlar ondan etkilenebilir mi?

Şekil 10 İlk büyük patlamadan sonra oluşan evrenler sürekli küçülerek sonunda yok olur.

Bir karadeliğe madde düştüğünde, arkada oluşan evrenin tam merkezinden madde fışkıracaktır. Her fışkıran madde daha önce evrene giren maddeleri biraz ittiğinden yani toplam hacim genişlediğinden sorun olmayacaktır. Yani o bölgede oluşan kaos uzakta kalan önceki galaksileri etkilemeyecektir. Zaten hayat, ancak çok daha önce evrene girmiş maddelerde oluşabilir. Evrene madde girmesi demek genel hacminin büyümesi demektir.

Bu duruma göre şöyle bir sonuç doğmaktadır. Her evrenin tek bir girişi ama birçok çıkışı olmak durumundadır. Fakat çıkış dediğim kara delikler toplam kütle içinde kalarak o evrenin her şeyinden etkilenmektedir. Yani aslında çıkış yoktur. Yeni yavru bir evren o evrenden çıkmış olmuyor. Fakat giren her madde onu büyütmektedir.

Bu durumdan şöyle bir çıkarım yapıyorum. Biz evrenimizin ilk mi yoksa tali bir evren mi olduğunu ancak akdelik sayesinde anlayabiliriz. Eğer evrenimizde çok büyük enerjilerle kaos oluşturan bir yer varsa işte orasının akdelik (kara deliğin arkası) aynı zamanda evrenin merkezi olmalıdır. Ayrıca bu şekilde her evren için ancak tek bir akdelik olması gerekir. Fakat ilk oluşan ana evrende akdelik yoktur.

Evrenimizde akdelik olabilecek bir şey var mı?

Evet, çok harika bir adayımız var. Kuasarlar bu tanıma tam olarak uyar. Kuasarlar korkunç radyasyon yayınlarlar. Boyutları güneş sisteminin on katı büyüklükte olmasına rağmen bir galaksiden 1000 kat daha güçlü radyasyon yayabiliyorlar. Buna parlaklıkları da dâhil. Evrenin en uzak cisimleri olmalarına rağmen inanılmaz parlaklar. Akıl almaz bir aydınlık ulaştırmaktadırlar. Fakat bilinen birçok kuasar vardır. Oysa tek kuasar olmalıydı.

Şekil 11 a,b,c noktaları aynı noktadır ve biz her yöne bakarak evrenin merkezindeki tek bir kuasarı görebiliriz

Bu durumun cevabı da basit olabilir. Aslında bu kuasarların hepsi aynı kuasar olabilir. Evrenin merkezinde olduğu için biz onu çok uzakta görüyoruz. Fakat ışığı tüm evreni dolaşarak bize her yönden gelebilir. Eğer bilim, tüm kuasarların aslında tek kuasar olduğunu anlarsa o zaman evrenin büyüklüğü tam olarak bilinebilir. Daha da ilginci Hubble Teleskopunun çektiği derin alan fotoğrafındaki galaksilerden biri bizim galaksimiz bile olabilir. Yani evrenimiz hiçte umulduğu gibi büyük olmayabilir. Teleskopun gördüğü şey onun baktığı yönün tersinden uzayı dolanıp tekrar ona ulaşan ışınlardır. Bu durum şekil 11’de gösterilmektedir. Şekilde iki yerde gösterilen a,b,c noktaları aynı noktadır. Farklı renk ile gösterdiğim doğrultuda bakan kişilerin hepsi merkezdeki aynı cismi görür. Bu bize evrende gördüğümüz kuasarların tek kuasar olabileceğini gösterebilir.

Ayrıca bu durum Einstein’ın dediği evrenin kapalı ve sınırsız olduğunu kanıtlar. Evrende aynı galaksiyi birçok yerde görüyoruz. Bu duruma mercek etkisi diyoruz. Bu bir gök cisminden gelen fotonların, yanından geçtiği büyük kütleli cisimler tarafından bükülmesiyle oluşur. Ayrıca o gök cisminden bize direk gelen fotonlarda olabilir. Biz aynı cismi iki ya da daha çok yerde birden görebiliriz. Kuasarlar da böyle olabileceği gibi ışınları tüm evreni dolaşarak da bize gelebilir.

Bu durumu anlayabilmek için bir kürenin yüzeyini düşünmek gerekir. Diyelim ki dünya üzeri kapalı bir sistem Yani 2 boyutlu bir dünya, uzaya doğru olan yükseklik boyutu yok. O zaman biz bulunduğumuz yerden çok uzaklara bakıp yine kendimizi görebiliriz. Ya da bir mum yaktığımızda fotonlar 2 boyutlu kapalı yüzey içerisinde tüm dünyayı dolaşarak yine bize döner. Biz ne tarafa bakarsak bakalım mumu görürüz. Konuya vakıf olmayan kişi bu mumu çok uzaklarda bir sürü mum olarak düşünecektir. İşte bizler de kuasarlar konusunda aynı durumu üç boyutlu olarak yaşıyor olabiliriz. Fakat bizim evren içinde bulunduğumuz noktaya göre kuasarların bazıları diğerlerinden çok daha uzakta olacaktır. Daha önce uzağa baktıkça büyük patlamaya doğru baktığımızı söylemiştim ama aslında evrenin merkezine maddenin fışkırdığı yere doğru ama geçmiş bir tarihe bakmış oluyoruz. Onun için bizim gördüğümüz 13,1 milyar ışıkyılı uzaktaki kuasar evrenin ilk oluştuğu ana ait olmalıdır.

Bu durumun tam olarak böyle değildir. Yani evrende tek kuasar olmayabilir. Evrenin yapısını anlatabilmek için bu yapıyı seçtim. Daha önce karadeliklerin evreni 90° açıyla 4. boyut doğrultusunda deldiğini söylemiştim. Bir evrendeki tüm karadelikler aynı şeyi yapar. Yani hepsi aynı yöne evreni deler. İşte bu durumda tüm karadelikler yeni oluşan alt evrene açılır anlamına gelir. Hangi karadelik madde yutarsa yutsun aynı evrene püskürtmüş olur. Bu durumda bizim evrenimizdeki bir sürü kuasarın hepsi aynı olmayabilir. Ama mutlaka bir kısmını birkaç yönden görüyoruzdur. Bilim aynı olanları tespit edebilecek durumda mı bilmiyorum. Fakat en azından zıt iki yöne bakarak göreceğimiz kuasar aynı kuasar olabilir. Bir başka şeyde eğer üst evrendeki karadelik madde yutuyor ise biz onu kuasar olarak görürüz. Eğer çok uzun sürelerle madde yutmamış ise bir hareketlilik olmaz. Baktığımız kuasarın geçmişteki bir zamana ait resmi olduğunu unutmamak gerek.

Evrenimizde tek kuasar mı, yoksa çok mu var? sorusunun cevabı önemlidir. Bu iki durumdan hangisinin kesin doğru olduğunu ilerde ki zamanlarda öğrenebileceğiz. Eğer tek kuasarın varlığı ispatlanırsa bu şu anlama da gelmiş olacak. Üst evrendeki tüm karadeliklerin hepsi tek bir akdeliğe bağlanıyor olmalıdır. Bunun da mümkün olabileceğini düşünüyorum.

Şekil 9’daki bardak görünümlü evren yapısı gösterim içindir. Ayrıca evren bir küre gibidir ama eğer kendi etrafında dönerse basık bir küre olmalıdır. Bizim evrenimizin basık olduğu düşünülmektedir.

Bu durumda bizim evrenimizin tali bir evren olduğu düşünülebilir. Ayrıca üst evrendeki karadelik olay ufku dönen bir yapıda olmalıdır.

Evrenin bir kalp atışı gibi sürekli açılıp kapanan bir yapısı olduğunu söylemiştim. Bu yapı sadece ana evrenin yapısıdır. Yani ilk evren şekil 8’deki gibi bir karadelik, bir akdelik olur ama bu arada sürekli de küçülür. Tali evrenler ise ilk evren tek kara deliğe dönüştüğünde hepsi yok olur ve akdelik olarak diğer tarafa geçer. Yeni evrende yeni karadelikler oluşarak, yeni evrenler oluşur. Bu tali evrenlerde de bizim gibi canlılar var mıdır sorusunu sizlerin hayal gücüne bırakıyorum. İşte bilim insanlarının matematik olarak sayısız evren bulmuş olmaları daha anlamlı olmaktadır. Fakat bu evrenlerde bizim eşizlerimiz yoktur. Çünkü bizim eşdeğerimiz olmayabilirler. Hatta bu evrenlerin birçoğunda yaşam olmayabilir de. Aslında bilim insanları iki ayrı durumu birbirine karıştırmaktadır. Eşiz durumu olması sadece belirsizlik ilkesinin getirdiği bir şeydir. Bir parçacığın evrende sonsuz yerde olabileceği durumu bizim eşizlerimizin var olmasını çağrıştırır ama bu durumu yukarda açıkladım. Bu durum sadece tek boyuta üç boyuttan bakmanın getirdiği bir sonuçtur. Onun için bu evrenlerde yaşam olabilir ve bize de benzeyebilir ama bunları ancak tahmin edebiliriz. Çünkü karadelik içlerindeki tekilliklerde evrenin kanun ve kurallarının çökmesi gerekir ama tekrar evren oluştuğunda aynı kurallar geçerli mi bilemiyoruz. Fakat olmaması için bir gerekçenin olmadığını düşünebiliriz.

Evren, neden muazzam hızlarla genişlemiş gözüküyor?

Şekil 12 Evren çok büyük hızla genişlemesine rağmen toplamda küçülmektedir.

Bu konuda http://astronomy.ege.edu.tr/~rpekunlu/BGPop/eyuboglu1.pdf adresinden bir paragraf aldım. “Büyük Patlamadan günümüze geçen 20 milyar yılda bir gökadanın (veya gökadayı oluşturan madde) devinebileceği uzaklıklar ancak 65 milyon ışıkyılıdır. Ancak, evreni Büyük Patlamayla başlatıp, maddeyi uzaya eşdağılım gösterecek biçimde dağıtır ve yalnızca 65 milyon ışıkyılı uzaklıklara devindirirseniz Tully kompleksleri cinsinden dev boyutlarda ve yüksek yoğunluklardaki yapıları oluşturamazsınız! Çünkü bu yapıların oluşabilmesi için maddenin en az 270 milyon ışıkyılı uzaklıklar katetmesi gerekir. Bu da, 1000 km s -1 lik özdevinim gösteren madde için yaklaşık 80 milyar yıl demektir” görüldüğü gibi maddenin 270 milyon ışıkyılı uzaklıklara gidebilmesi için 80 milyar yıl gibi bir zaman gerekmektedir. Oysa evrenin yaşının 13.7 milyar yıl olduğu düşünülmektedir.

Öncelikle ana evrende olduğumuzu düşünerek çözüm getirmeye çalışayım. Evren basit anlamda genişleyen bir şey değildir. Çok daha karmaşık bir durumdadır. Bu durumu anlayabilmek için iki farklı durumun aynı etkiyi gerçekleştirdiğini anlamak gerek. Öncelikle hepimizin bildiği büyük patlamanın oluşturduğu genişleme hızı ve madde eksilmesinin oluşturduğu kütleçekim azalması. Bu iki etki birbirlerine eklenince görülen hızların muazzam rakamlara çıkması makul olmaktadır. Fakat gerçekte galaksiler hareket etmez bir taraftan uzay büyürken bir taraftan kütleler küçülür. Fakat bir galaksiden diğerine bakan kişi aradaki uzaklığa bağlı olarak çok büyük hızlar görür. Oysa hareket eden hiçbir şey yoktur. Hareket olmadığı içinde, ışıkhızı aşılması diye bir durum da yoktur. Yukarda kekin kabarması örneğini vermiştim.

Şekil 12′yi kullanarak evrenin genişlemesini anlatmaya çalışayım. 1 ve 2 gibi iki galaksi alalım. Bu iki galaksinin de kendi genişlikleri 10 birim olsun. A konumunda bu galaksiler arası 500 birim olsun. İki galaksinin bir müddet sonraki konumunu ve aralarındaki uzaklıkları tahmin etmeye çalışalım.

Bir müddet sonra galaksiler kütle kaybetmekten dolayı büzüşecektir. Fakat biz onları yine 10 birim olarak görürüz. Çünkü tüm ölçü sistemlerimiz aynı oranda küçüldüğü için farkı anlayamayız.

Kaynakça:

  1. Bilim Teknik Dergisi Ekim 2008 “Fizikte Büyük Evliliğe Doğru… Her Şeyin Kuramı”
  2. Bilim Teknik Dergisi Haziran 2010 “Karşı-Madde/Evrende pek varolmayan ikizimiz”
  3. Bilim Teknik Dergisi Mayıs 2010 “Yeni bir Evren Modeli
  4. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 1987 “Hem insan hem de ışık hızında dalga olabilir miyiz?”
  5. Bilim Teknik Dergisi Mart 2004  “En hafif karadelik”
  6. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 1982 “Hologram Kuramı ve Beyin”
  7. Bilim Teknik Dergisi Mart 1998 “Çok Yaşa Dört Boyutlu Evren.”
  8. Bilim Teknik Dergisi Ağustos 2009 “CERN ve Büyük Hadron Çarpıştırıcısı”
  9. Bilim Teknik Dergisi Ocak 2009 “Zamanda Yolculuk”
  10. http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1172535
  11. http://www.lightmillennium.org/summer_fall_01/turkce_sonbahar_01/orhanbdogan_yuksuzhamal.html
  12. http://www.focusdergisi.com.tr/bilim/00151/
  13. http://www.onlinefizik.com/content/view/213/

İnş. Müh. Seyfullah Demir


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
İletişim Kuramları (Modelleri)(5397)

Thorndike Öğrenme Kuramı(5378)

NESNE İLİŞKİLERİ KURAMI - Winnicott(5369)

Görelilik Kuramı(5365)

Medya ve Kitle İletişim Araçları(5360)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!