Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Fıkıh Bilgileri ve Mezhepler
www.arsivbelge.com
Fıkıh Bilgileri ve Mezhepler dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Fıkıh Bilgileri ve Mezhepler başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

Fıkıh Bilgileri ve Mezhepler

Fıkhın, şer’î delillerden elde edilen fıkhî hükümleri sistematik tarzda ele alan dalına fürû-i fıkıh, delillerden hüküm elde etme metodunu inceleyen dalına da usûl-i fıkıh denir.
Ahvâl-i Şahsiyye: Şahsın hukûku.
Hidâyet-i Mürşîde: Yol gösterici hidâyet.

FIKIH MEZHEPLERİ
Genellikle fıkıh mezhepleri, kurucularının isimleri ile anılır. Hanefî mezhebi, Mâlikî mezhebi gibi.
Hanefî Mezhebi: Sünnî fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ilki olup, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin asıl adı Nu’mân b. Sâbit’tir. M.699 yılında Kûfe’de doğmuş, 767 yılında Bağdat’ta vefât etmiştir. İstihsân metodunu sıklıkla kullanmıştır. Abbâsîler devrinde Ebû Yûsuf’un “kâdi’l-kudât” (baş kadı) olması ile devletin başlıca fıkıh mezhebi hâline gelmiştir.
Mâlikî Mezhebi: İmam Mâlik b. Enes, m.712 yılında Medîne’de dünyaya geldi, 795 yılında vefât etti. İmam Mâlik’in fıkhının en belirgin özelliği, Medîne halkının uygulamasına çok önem vermesidir. Medîneliler’in ameli, mütevâtir sünnet mesâbesindedir. İmam Mâlik’in ve yakın öğrencilerinin görüşlerini toplayan el-Müdevvene isimli hacimli eser, Muvatta’ ile birlikte Mâlikî mezhebinin temel iki kitabı sayılır. Günümüzde Mısır’da, Kuzey Afrika’da (Tunus, Cezâyir, Fas, Sudan) Mâlikî mezhebi çok yaygındır.
Şâfiî Mezhebi: Kurucusu Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî, m.767 yılında Gazze şehrinde (Filistin) doğdu, 820’de vefât etti. İmam Mâlik’ten Medîne fıkhını, İmam Muhammed’den Irak fıkhını öğrendi. Bugün Şâfiî mezhebi ülkemizin güneydoğu ve doğu illeri ile yukarıda sayılan bölgelerde yaygın durumdadır.
Hanbelî Mezhebi: Kurucusu sayılan Ahmed b. Hanbel, m.780’de Bağdat’ta dünyaya geldi, 855’te vefât etti. “Eşyâda aslolan mübâhlıktır”. Re’y ve kıyâstan çok âyet, hadîs ve sahâbe kavli gibi naklî delillere dayanması dikkat çeker. Mezhepte bir bakıma hadîse dayalı fıkıh anlayışı hâkimdir.
Deliller: Araştırılan hususta şer’î-amelî nitelikteki hükme ulaştıran vâsıtaya delil denir. Fıkhî bir hükmün dînî-hukûkî dayanağı (edille-i şer’îyye, edilletü’l-ahkâm) anlamında kullanılır.
Fıkıh literatüründe yaygın genel kabûle göre şer’î delillerden kitâp, sünnet, icmâ ve kıyâs aslî deliller; istihsân, istıslâh (mesâlih-i mürsele), istishâb, sedd-i zerâyi’ gibi deliller de fer’î veya tâli deliller grubunda yer alır. Bu aslî delillerin bir diğer adı da “dört delil”dir (edille-i erbaa).
Kitâp: Âyetler, iman, ahlâk, âdâb-ı muâşeret, geçmiş toplumlardan kıssa ve öğütler, genel insânî ve aklî değerler, beşerî ilişkiler gibi konularda okuyucuya doğrudan ana fikir vermektedir.
İcmâ: İcmâ; müctehidlerin şer’î bir meselenin hükmüne dair görüşlerini aynı yönde olmak üzere tek tek açıklamaları yoluyla meydana gelebileceği gibi (sarîh icmâ), şer’î bir mesele hakkında bir veya birkaç müctehid görüş belirttikten sonra, bu görüşten haberdâr olan o devirdeki diğer müctehidlerin açıkça aynı yönde kanaât belirtmemekle birlikte îtirâz beyânında da bulunmayıp sükût etmeleri sûretiyle de (sükûtî icmâ) oluşabilir.
Kıyâs: Naslarda (Kitâp ve Sünnet’te) hükmü bulunmayan fıkhî meseleye, aralarındaki illet (gerekçe) birliği sebebiyle, naslarda düzenlenmiş meselenin hükmünü vermek” şeklinde tanımlanır.
“Mûsîyi (vasiyet edeni) öldüren mûsâ-leh (vasiyet alacaklısının) vasiyetten mahrum olur.” Böylece, naslarda mûsîyi öldüren mûsâ-leh hakkında özel bir hüküm bulunmadığı halde, kıyâs yoluyla böyle bir kimsenin vasiyetten mahrum olacağına hükmedilmiş olur.
İstihsân: Müctehidin bir meselede, özel bir delil sebebiyle, o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçip başka bir çözümü benimsemesi, ya da iki farklı kıyâs imkânı bulunduğunda, ilk bakışta dikkat çekmeyen kıyâsı (kapalı kıyâsı) gerekçe birliği açısından daha güçlü bulduğu için açık kıyâsa tercih etmesidir. Buna göre, istihsân çeşitlerini iki gruba ayırmak mümkündür:
1. Genel hükümden istisnâ yoluyla yapılan istihsân.
2. Kapalı kıyas istihsanı.
Istıslâh (Mesâlih-i Mürsele): İslâm hukuk terminolojisinde maslaha terimi geniş anlamda kullanıldığında, hem “yarar sağlama”yı hem “zararı savma”yı ifâde eder. Maslahanın bu iki yönü ayrı ayrı anlatılmak istendiğinde birincisi için “celbü’l-menfaa” (celbü’l-maslaha), ikincisi için “def’u'l-mefsede” (def’u'l-mefsede) tabiri kullanılır. Yorum yoluyla da olsa nasların kapsamına girmeyen ya da “illet” bağı kurularak (kıyâs yoluyla) nasta düzenlenmiş bir olaya bağlanamayan fıkhî bir meselenin hükmünü İslâm fıkhının genel ilkelerine göre belirleme yöntemine “ıstıslâh”, bu metodu uygulayarak hükme ulaşırken esas alınan maslahatlara da “mesâlih-i mürsele” denir.
Örf ve Âdet: Fakîhlere göre bir toplumdaki örf ve âdetin geçerliliği için onun yaygın ve sürekli olması, nasların lafzına ve rûhuna yani İslâm hukûkunun temel ilkelerine aykırı düşmemesi gerekir. Bu şartları taşıyan örfe sahîh örf, taşımayana da fâsid örf adı verilir.
Istıshâb: Daha önce varlığı bilinen bir durumun -aksine delil bulunmadıkça- varlığını koruduğuna hükmetme yöntemidir. “Şekk ile yakîn zâil olmaz.”
İbâha-i Asliyye Istıshâbı: Buna göre bir şeyden yararlanma veya bir davranışta bulunma hakkında naslarda özel bir hüküm yoksa veya kıyâs yahut ıstıslâh yoluyla naslardan bu hususta özel bir sonuç çıkmıyorsa, “Eşyada aslolan mübâhlıktır”.
Berâet-i Zimme Istıshâbı: Bir kimsenin borçlu veya suçlu olduğuna dair delil bulunmadıkça borçsuz ve suçsuz kabul edilmesi esastır. Buna göre, alacaklı olduğunu iddia eden kimse bunu isbât edemediği takdirde davalının borçlu olmadığına; yine, suç işlediği iddiâ edilen kişinin bu fiili isbât edilmedikçe aynı prensibe göre suçlu olmadığına hükmedilir.
Vasıf Istıshâbı: Şer’an varlığı kabul edilen bir hükmün, sebebinin ortadan kalktığı isbât edilmediği sürece sâbit sayılması esastır. Meselâ, satım ve mîrasçılık gibi bir mülkiyet sebebine binâen sâbit olan mülkiyetin, geçerli bir nikâh akdinden sonra kurulan evlilik bağının, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ortadan kalktığını gösteren bir delil olmadığı sürece devam ettiğine hükmedilir.
İslâm Öncesi Şerîatler: Hz. Muhammed’den önceki ilâhî dinlerin hükümlerinden (şer’ü men kablenâ) Kur’ân-ı Kerîm’de veya Hz. Peygamber’in sünnetinde yer almayanların müslümanlar için bağlayıcı olmadığında âlimler fikir birliği içindedir. Hanefîler dâhil bir grup İslâm âlimi bu tür hükümlerin de müslümanlar hakkında da bağlayıcı delil olacağı görüşündedir.
Sedd-i Zerâî’: Harama, kötü ve zararlı bir sonuca vâsıta olan davranışların yasaklanması, kötülüğe giden yolların kapatılması demektir. “Kötülüklerin önlenmesi, menfaatların elde edilmesinden daha önceliklidir.”
Re’y ve İctihâd: Re’y kelimesi fıkıh literatüründe “hakkında açık bir nas yani âyet veya hadîs metni bulunmayan fıkhî bir konuda müctehidin belli metotlar uygulayarak ulaştığı şahsî görüş” anlamında kullanılan bir terimdir. İctihâd sözlükte “zor ve meşakkatli bir işi gerçekleştirme uğrunda kişinin olanca gayreti göstermesi”, fıkıh ilminde ise “fakîhin şer’î-amelî bir meselenin hükmünü, ilgili delillerden çıkarabilmek için olanca gayreti sarfetmesi” anlamına gelir. Bu melekeye sahip olan kimseye müctehîd denir.
Ehliyet: Kişinin dînî ve hukûkî hükme konu (muhâtap) olmaya elverişli oluşu demektir.
Vücûb Ehliyeti: Kişinin haklara sahip olabilme ve borç altına girebilme ehliyetidir. Vücûb ehliyetinin temelini zimmet ve hukûkî kişilik teşkil eder; bu ehliyetin yaş, akıl, temyiz ve rüşd ile alâkası yoktur.
Edâ Ehliyeti: Kişinin dînen ve hukûken mûteber olacak tarzda davranmaya ve hukûkî işlem yapmaya elverişli oluşu demektir.
Hükmen Bulûğ Yaşı: Ebû Hanîfe’ye göre erkeklerde 18, kızlarda 17 yaş, çoğunluğa göre her ikisi için de 15 yaştır.
Hüküm: İslâm dininin, insanların dünyâ ve âhiret mutluluğunu sağlamak üzere getirdiği kuralların bütününe şer’î hükümler (ahkâm-ı şer’iyye) veya ilâhî hükümler (ahkâm-ı ilâhiyye) olarak tabir edilir.
Amelî Hükümler: Îtikadî hükümlere nisbetle ikinci derecede oldukları için bunlara ahkâm-ı fer’iyye de denilir. Taabbüdî hükümler: ibâdetlerle ilgili dinî hükümlere denilir.
Vaz’î Hüküm: İki durum arasında şâri’in kurduğu bağı ifâde eden vaz’î hüküm, kendi içinde sebep, şart ve mâni’ şeklinde üçe ayrılır.
Sebep: Şâri’in varlığını hükmün varlığı, yokluğunu da hükmün yokluğu için alâmet kıldığı durumdur. Meselâ vakit namazın, ramazan ayının girmesi orucun, malın nisâb miktarına ulaşması zekâtın sebebidir.
Rükün: Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden bir unsuru ifâde eder. İbâdetlerde rükünler ve bunların yanında sıhhat şartları o ibâdetin farzlarını oluşturur. Bunlardan birinin eksik olması o ibâdeti geçersiz (bâtıl, fâsid) kılar. Namazda Kur’ân okumanın (kırâat), rükû veya secdenin terkedilmesi böyledir.
Şart: Bir hukûkî sonucun varlığı kendi varlığına bağlı olan, ancak kendisinin varlığı onun varlığını zarûrî kılmayan ve onun yapısından bir parça teşkil etmeyen fiil veya vasıftır. Meselâ namaz için abdest, nikâh akdinde şâhit şarttır.
Sıhhat; bir fiilin gerekli rükün ve şartları taşıması, butlân; rüknünün veya kurucu unsurlarından birinin eksik olması, fâsid; rüknü ve unsurları tamam olduğu halde şartlarının eksik olmasıdır.
Bâtıl: Bir hukûkî işlemin bâtıl olması, onun kurulmamış ve yok hükmünde olması ve bu işleme hiç bir hukûkî sonucun bağlanmamasıdır.
Müfsîd: Bir ibâdeti bozan veya bir hukûkî işlemi sakatlayan fiil ve eksikliğe denir.
Teklîfî Hükümler: Mükellefin fiilleri.
Vâcip: Dînî literatürde vâcip, Hanefîler hâriç fakîhlerin çoğunluğuna göre, kesin bir delille ve kesin bir sûrette yapılması istenen dînî yükümlülüğü ifâde ederse de Hanefîler bunu farz ve vâcip şeklinde iki kademede ele almayı uygun görürler.
Farz: Fıkıh ilminde, Allah ve Rasûlü’nün mükelleften yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiil demektir. Hanefîler delilin kat’î veya zannî oluşuna göre bir ayırım yaparak, bir fiilin yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istendiğini gösteren delil kat’î ise bunu farz, zannî ise bunu vâcip terimiyle ifâde ederler. Farzı terkeden kimse fâsık durumuna düşer. Vâcibin inkârı küfrü gerektirmez.
Farz-ı ayn: Şâri’in her bir mükellefin ayrı ayrı îfâ etmesini istediği mükellefiyettir.
Farz-ı kifâye: Müslümanların ferden değil de toplum olarak sorumlu oldukları mükellefiyetlerdir.
Vâcip: Hanefîler vâcibi çoğu yerde “amelî farz” olarak da adlandırırlar.
Sünnet: Müekked ve ğayr-i müekked çeşidine “hüdâ sünneti” de denir. Hz. Peygamber’in, insan olması itibariyle yaptığı normal ve beşerî davranışlara ise zevâid sünnet veya âdet sünneti denilir. Farz namazlardan önce ve sonra kılınması sünnet olan namazlar için, Şâfiî mezhebinde ayrıca vitir namazı ve şevvalde tutulan altı gün oruç için revâtib sünnet tabiri kullanılır.
Haram li-aynihî: Şâri’in, bizzat kendisindeki kötülük sebebiyle, baştan itibaren ve temelden haramlığına hükmettiği fiildir.
Haram li-ğayrihî: Aslında meşrû ve serbest olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan geçici durumla ilgili olan fiildir.
Azîmet: Farz, vâcip, sünnet, müstehâp niteliğindeki bir davranışın yapılmasını; haram, mekrûh gibi davranışların da yapılmamasını ifâde eden bütün teklîfî hükümleri içine alır. Hanefîler’e göre, yolculuk esnasında dört rek’atlı farz namazların kısaltılarak ikişer rek’at kılınması esasen bir azîmet hükmüdür.
Ruhsat: Fıkıh ilminde “meşakkat, zarûret, ihtiyaç gibi ârızî bir sebebe bağlı olarak azîmet hükmünü terketme imkânı veren ve yalnız söz konusu ârızî durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş ve geçici hükmü” ifâde eden bir terimdir.
İmâmeyn: İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed için kullanılır.
Tarafeyn. İmâm-ı A’zam ile İmam Muhammed için kullanılır.
Şeyhayn: İki şeyh, iki reis, iki büyük imâm demektir. İmâm-ı A’zam ile İmam Ebû Yusuf için kullanılır. En büyük iki halîfe anlamında Hazret-i Ebû Bekr ile Hazret-i Ömer için de kullanılır.
Sekaleyn: İnsanlar ve cinler için kullanılır. Bu iki topluluğa da peygamber olarak gönderildiği için Peygamberimiz Hz. Muhammed’e Rasûlü’s-Sekaleyn denir. Cin ve insanlara fetvâ verene de, Müftiyü’s-sekaleyn denir. (Şeyhü’l-İslâm İbni Kemalpaşa).

TEMİZLİK
Temizlik: Görünür kir ve pisliklerin giderilmesi “necâsetten tahâret”, abdestsizlik durumunun kaldırılması ise “hadesten tahâret” olarak adlandırılır.
Mâsivâ: Allah’ın gayrısından temizlenme.
Hades: Hükmî kirlilik.
Necîs: Dînen kir ve pis.
Mutlak su–Mukayyet su: Yaratıldığı tabî hâlini koruyan, mâhiyetini değiştirecek başka maddeler karışmamış suya mutlak su denilir.
1-Rengi, kokusu ve tadı bozulmamış, içine pis bir madde karışmamış, kullanılması mekrûh ve şüpheli hâle gelmemiş sular hem temiz hem de temizleyici sayılırlar. İnsanın, at, deve, sığır, koyun ve keçi gibi eti yenen hayvanların ve kuşların artığı sular da, bu sulara maddî bir pislik bulaşmadığı sürece kural olarak hem temiz hem temizleyicidir.
2-Temiz ve temizleyici olmakla birlikte kullanılması mekrûh olan sular: Tavuk gibi eti yenen, kedi gibi eti yenmeyen evcil hayvanların, çaylak, doğan gibi yırtıcı kuşların artığı sular böyledir Bu tür sularla abdest almak veya gusletmek mekrûhtur. Ancak normal su bulunmadığında bu sular hem abdest ve gusül gibi hükmî temizlikte hem de maddî temizlikte kullanılabilir.
3-Abdest, gusül gibi hükmî temizlikte kullanılmış olan sular (mâ-i müsta’mel), maddî bakımdan temiz olsalar bile ikinci defa hükmî temizlikte kullanılamaz.
Temiz ve temizleyici olmayan sular: İçine pislik düştüğü kesin olarak veya gâlip zan ile bilinen, tanımı aşağıda gelecek olan az miktardaki sular ile içine düşen pislikten dolayı rengi, tadı veya kokusu bozulan büyük su birikintileri ve akarsular böyledir. Köpeğin, eti yenmeyen vahşî hayvanların artığı sular da temiz değildir.
1-Eşek ve eşekten doğan katırın artığı suların hükmî temizlikte kullanılıp kullanılmayacağı ise şüphelidir. Temiz su bulunmadığında bunlarla abdest ve gusül alınır ve ayrıca teyemmüm yapılır.
2-İçine temiz bir maddenin katılmasıyla incelik ve akıcılığını kaybeden mutlak sulara veya tabiî bir oluşumla meydana gelip özel bir isimle anılan sulara “mukayyet su” denilir. Gül suyu, meyve suyu, maden suyu, diğer helâl meşrubat gibi.
Durgun su-Akar su: Hanefîler’e göre su, avuçlandığında elin dibe değmeyecek derinlikte olması kaydıyla, yüzeyinin yaklaşık olarak 50 m2 olması, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre ise hacminin iki kulle (yaklaşık 206 litre) ve daha fazla miktarda olması hâlinde büyük havuz hükmünü alır. Mâlikîler’e göre ise normal abdest ve gusül suyu kabının alacağı su, az su hükmündedir.
Necâset: Ana hatlarıyla ifâde etmek gerekirse, etinin yenmesi ister helâl ister haram olsun, akıcı kanı olan kara hayvanlarından dînî usûle uygun biçimde boğazlanmadan ölen veya öldürülen ve bu hükümde olan hayvanların etleri necistir.
Kan, domuz eti, sarhoş edici içkiler, insan idrarı, dışkısı ve ağız dolusu kusmuğu, etinin yenmesi helâl olmayan hayvanların eti, idrarı ve dışkısı dînen necîs (pis) olduğunda ittifak edilen maddelerdir. Fakîhlerin çoğunluğu şarabı da maddeten necîs saymışlardır.
Eti yenen hayvanların idrar ve dışkısını Mâlikî ve Hanbelîler necîs saymazken Şâfiîler necîs sayar. Hanefîler’e göre tavuk, kaz gibi kümes hayvanlarının dışkıları “necâset-i galîza” (ağır pislik), sığır, koyun, geyik gibi dört ayaklı hayvanlarınla ise “necâset-i hâffe” (hafif pislik) olarak nitelendirilir.
Hanefîler’e göre at, eşek ve katırın idrar ve dışkısı ile havada pislemeleri sebebiyle sakınılması zor olduğu için, atmaca, kartal, güvercin gibi kuşların dışkıları, hafif pislik grubundadır. Domuz ve köpekte ihtilâf olmakla birlikte canlı hayvanların bedenleri necis olmayıp salya, idrar ve dışkıları etinin hükmüne tâbi olarak ağır veya hafif necis sayılır.
Hayvanların derisi tabaklanınca temiz olur. Hanefîler domuz derisini, Şâfiîler domuz ve köpek derisini hâriç tutarak meytenin (murdar hayvan) derisinin tabaklanınca temiz olacağı görüşündedir. Meytenin, içine kan nüfûz etmeyen boynuz, kemik, tüy, diş gibi katı cüzleri de Hanefîler’e göre temizdir. Hanefî ve Mâlikîler’e göre menî, necîs olsa da kurumuş ise ovalamakla temizlenmiş sayılır.
Ağır sayılan necîs madde eğer katı ise yaklaşık 3.5 gramı (1 dirhem), sıvı ise el ayasını (avuç içi) kapsayacak miktarı ve fazlası vücut, elbise veya namaz kılınacak yerde bulununca namazın sıhhatine engel olur. Hafif necâsetin ise bir uzvun veya onu örten elbisenin dörtte birinden az miktarına bulaşmış olması namazın sıhhatine engel olmaz.
İstibrâ, İstincâ ve İstinkâ: Küçük abdest bozduktan sonra idrar yolunda kalabilecek idrar damla ve sızıntılarının tamamen kesilmesi için bir süre bekleme, bundan sonra vücuttaki idrar sızıntılarını temizleme işlemine istibrâ denilir. İstincâ; temizlik yani büyük abdest bozulduktan sonra dışkı ve idrar yollarında yapılacak dışkı, idrar vb. temizliğidir. İstinkâ; taharetlenirken hiç pislik kalmadığına kanaat getirinceye kadar temizlenmek, ayrıca erkeklerin istibrâ yapmasıdır.
İstiskâ: Yağmur yağması için istiğfarda bulunup, duâ etmek demektir.

ABDEST
Namaz kılmak, Kâbe’yi tavâf etmek, tilâvet secdesi yapmak, Kur’ân’a dokunmak için abdest dînen gereklidir. Sünnî mezheplerin çoğu bunların farz olduğunda görüş birliğinde olup yalnız Hanefîler Kâbe’yi tavâfta abdesti vâcip görürler. Kur’ân’a dokunmak için abdestin farz olduğu hükmü, Kur’ân’a ve Sünnet’e dayandırılmakla birlikte esasen müslümanların Kur’ân’a atfettikleri önemi ve ondan istifâdeyi âzamî ölçüye çıkarma gayretlerini yansıtan ve bünyesinde birçok sosyal ve psikolojik gerekçeyi barındıran kolektif şuur konumundadır.
Abdestin Farzları: Abdestin bu dört farzında Sünnî fıkıh mezhepleri ittifak etmiştir. Ancak Hanefî mezhebinin dışında kalan diğer üç Sünnî mezhebin buna bazı şartları da ilâve ettiği görülür. Meselâ niyet bu üç mezhebe göre, abdeste başlarken besmele çekmek Hanbelîler’e göre, dört farzın âyette sayılan sıraya uygun yapılması (tertîb) Şâfiî ve Hanbelîler’e göre, bu işlemlerin ara verilmeden yapılması (muvâlât) Mâlikî ve Hanbelîler’e göre farzdır. Ca’ferîler, abdestle ilgili âyetin ifâde tarzından hareketle ayakların yıkanmasının değil meshedilmesinin farz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu görüşe yakın olan bazı Sünnî âlimler de vardır.
Abdestin Sünnetleri: Ağız ve burun temizliği (mazmaza ve istinşâk). Su ile iyice ovmak (delk).
Abdesti Bozan Durumlar: Şâfiî ve Mâlikîler’e göre idrar ve dışkı yolları hariç vücuttan çıkan kan ve benzeri sıvı maddeler abdesti bozmaz. Hanefîler’e göre rükûlu ve secdeli namazda sesli gülme abdesti de bozar. Diğer mezhepler ise sadece namazın bozulacağı görüşündedir. Özürlü kimse için de namaz vakti çıkınca abdesti bozulmuş olur.
Hanefîlerin dışındaki üç mezhebe göre bir kimsenin kendi cinsel organına temâsı da abdesti bozar. Bir kimse abdest aldığını kesin olarak bilse de abdestinin bozulup bozulmadığında tereddüt etse, Mâlikîler’e göre abdesti bozulmuş olur, diğer üç mezhebe göre ise bu durumda abdest bozulmuş sayılmaz.
Özürlünün Abdesti: Özürlü kimseye mâzûr-mâzûre denilir. Namaz vaktinin çıkmasıyla özürlü kimsenin abdesti bozulmuş olur, yeni namaz vaktinde tekrar abdest alması gerekir. İmam Şâfiî’ye göre özürlü kimsenin her namaz için ayrı abdest alması gerekir. Kadınlar için aybaşı ve lohusalık hâli farklı fıkhî hükümlere tâbi olup bunun dışında kalan kanamalar ve devamlı akıntılar (istihâze) özür hâli sayılır.
Mesh: Abdest alırken baş, boyun ve kulakların meshedilmesi abdestin ilkten (aslî) hükmü, mest ve sargı üzerine mesh ise yıkama yerine geçen (bedel, halef) bir işlemdir.
Mest Üzerine Mesh: Mestin abdestli olarak giyilmiş, mestin ayağın abdestte yıkanması gereken yerlerini tamamen kaplamış, ayrıca dayanıklı ve sağlam bir maddeden yapılmış olması aranır. Mest ile yaklaşık 6 kilometre yürünebilmesi veya bırakıldığında dik durabilmesi bu dayanıklılık ve sağlamlığın ölçüsü olarak zikredilir. Mestin topuktan aşağı kısmında, altında veya üstünde ayak parmaklardan üçü girecek şekilde bir deliğin, yarık veya yırtığın bulunmaması, mestin içine su almaması da gerekir. Üzerine deri kaplanmış veya altlarına pençe vurulmuş çorap üzerine mesh edilebilir. Hanefî fakîhlerinden Ebû Yusuf ve İmam Muhammed, altına pençe vurulmuş olması şartını aramaksızın kalın ve içini göstermeyen dayanıklı keçe ve yün çoraplar üzerine, bir grup fakîh ise bu şartları da aramayarak çorap üzerine meshedilebileceği görüşündedir.
Abdesti bozan durumlar mest üzerine meshi de bozar. Üzerine meshedilen mestin ayaktan çıkması veya çıkarılması, mestin içine giren suyun bir ayağın yarıdan fazlasını ıslatması, mesh süresinin sona ermesi meshi bozar.
Mest Üzerine Meshin Süresi: Yolcu olmayanlar için bir gün bir gece (24 saat), yolcular için üç gün üç gecedir (72 saat). Bu süre, mestin abdestli olarak giyilmesinden sonra ilk hadesten yani abdesti bozan ilk durumdan başlar. Bu süre dolduktan sonra, ayaklar su ile yıkanarak abdest alınıp gerekiyorsa mest tekrar giyilmelidir. Öte yandan, ayaklarını yıkamak sûretiyle abdestli olan kimsenin bu abdesti devam ettiği sürece mestleri çıkarıp giymesiyle abdesti bozulmaz. Mestlerin üzerine meshetmek sûretiyle abdestli olup mestlerini çıkaran kimse, sadece ayaklarını yıkayarak abdestini tamamlayabilir.
Sargı Üzerine Mesh: Sargının abdestsiz veya cünüp iken sarılmış olması meshe engel olmadığı gibi, bu meshin süresi de yoktur. Doldurulmuş veya kaplanmış dişler de sargılı veya merhemli yara -veya suyun deriye ulaşmasını engelleyen fakat çıkarılması zor olan boya vb.nin bulaştığı organ- gibidir. Suyun kaplama ve dolguya ulaşması yeterlidir.

GUSÜL
Şâfiîler hâriç fakîhlerin çoğunluğu, cünüplük için menînin şehvetle gelmesini şart gördüklerinden, ağır kaldırma, düşme, hastalık gibi sebeplerle menînin gelmesini cünüplük sebebi saymazlar.
Guslün Farzları: Hanefî ve Hanbelî mezhebinde ağız ve burnun içi gusülde bedenin dış kısmından sayılmıştır. Böyle olunca guslün; ağza su almak (mazmaza), burna su çekmek (istinşâk) ve bütün vücudu yıkamak şeklinde üç farzından söz edilir. Mâlikî ve Şâfiîler ile Şîa’dan Ca’ferîler’e göre ağız ve burnun içini yıkamak sünnettir. Gusülde niyet Hanefîler’e göre sünnet, diğer mezheplere göre farzdır. Mâlikîler’e göre vücudu ovalamak ve gusül işlemlerinin arasını açmamak da guslün farzlarındandır.

TEYEMMÜM
Namaz vakti girmeden teyemmüm edilmesi câizdir. Hanefî mezhebine göre su bulunmadığı, mâzeret hâli kalkmadığı sürece bir kimse yaptığı teyemmümle dilediği kadar farz ve nâfile namaz kılabilir. Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre, teyemmümün geçerli olabilmesi için namaz vaktinin girmiş olması gerekir ve bir teyemmümle birden fazla farz namaz kılınamaz. Ancak Hanbelîler birden fazla kazâ namazı kılınabileceği görüşündedir.
Teyemmümü Bozan Durumlar: Yaptığı teyemmümle namaz kılan kimse namaz esnasında suyu görürse veya su bulunursa, teyemmümü bozulmuş olur. Namazı teyemmümle kıldıktan sonra su bulunursa vakit çıkmamış bile olsa kılınan bu namazın iadesi gerekmez. Şâfiîler bu durumda iâdeyi gerekli görür. Namaz vakti çıktıktan sonra ise iâdenin gerekmediğinde görüş birliği vardır.

KADINLARA MAHSUS HALLER
Hayız: Hayız kanının kesilmesiyle kadının temizlik dönemi başlar. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre kadınlar 9 yaşlarından itibaren âdet görmeye başlar ve yaklaşık 50-55 yaşlarına geldiklerinde âdetten kesilirler. Bugünkü tıbbî bilgiler âdet kanamasının 11-13 yaşlarında başlayıp 45-50 yaşlarında sona erdiğini, âdet süresinin de 3-6 gün civârında olduğunu ifâde etmektedir.
Hanefî mezhebine göre âdetin en az süresi 3, en uzun süresi 10 gündür. İki âdet arasında kalan en az temizlik süresi de 15 gündür.
Hayızlı bir kadın hac ibâdetini edâ ederken Kâbe’yi tavâf hâriç, hacla ilgili bütün işlemleri ve ibâdetleri (menâsik) yapabilir. Haccın rüknü olan ziyâret (ifâza) tavâfını yapmak üzere temizleninceye kadar Mekke’de bekler. Hanefîler’e göre hayızlı olarak tavâf yapılması geçerli olmakla birlikte cezâ kurbanı kesilmesi gerekir.
Mâlikî fakîhleri ise, bazı sahâbe ve tâbiîn âlimlerinden rivâyet edilen görüşlerin desteğiyle, kadının hayız süresi içinde Kur’ân okuyabileceğini, fakat hayız kanı kesildiği andan itibaren gusledip temizleninceye kadar cünüp hükmünde olup Kur’ân okuyamayacağını belirtmişlerdir. İbn Hazm bu şartı da aramaz. Mâlikîler ve İbn Hazm dâhil bir grup İslâm bilgini, cünüplük hâlinin irâdî, hayzın ise gayr-i irâdî oluşundan hareketle hayızlı kadın lehine bir ayırım yapmayı gerekli görmüş, özellikle Mâlikîler kadınların Kur’ân öğretimi ve öğrenimi için böyle bir ruhsata ihtiyacı bulunduğu noktasından hareket etmişlerdir.
Hayızlı kadınla cinsel ilişkide bulunmak, (ilk günlerdeki ilişki için 4,25 gr., son günlerdeki için bunun yarısı miktarda altın) sadaka vermesi de gerekli görülür. Hanefîler hayız kanının alışılmış, belirli âdet süresinin sonunda kesilmesinden itibaren bir namaz vakti geçtikten sonra gusül yapılmasa da cinsel ilişkinin câiz olduğu görüşündedir.
Nifâs: Hanefî ve Hanbelîler nifâsın en uzun süresinin 40, Mâlikî ve Hanbelîler ise 60 gün olduğu görüşündedir. Normal doğumla veya el, ayak gibi uzuvları belirmiş olan bir çocuğun düşmesiyle nifâs hâli meydana gelir.
İstihâze: Şâfiî ve Mâlikîler’e göre her bir farz namaz için ayrıca abdest almak gerekir.

kaynak: ilimirfanhaznevi.com


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
Hanefi Mezhebi(5364)

Fıkıh Hakkında(5358)

Şafii ve Hanefi Mezheplerinde Namaz ve Abdest(5355)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!