Bizans Döneminde Mozaik Süslemeler
İmparator Iustinianos'un yaşamı süresince Ayasofya, 532 yılındaki Nika Ayaklanmasında harap olan Constantinus'un kilisesinin kalıntılarından tekrar ayağa kaldırıldı; 558 yılında ilk kubbesi yıkıldı ve sonra tekrar inşa edilerek tezyin edildi. Böylece otuz üç yıllık bir süre içinde Hıristiyanlık alemindeki en devrimci ve en cesur kilise tasarlanmış, planlanmış, inşa edilmiş ve tezyin edilmiş oldu. Bu, Tanrı ile insanoğlu arasında aracılık yapan bir imparatorluk yönetiminin, dini bir merkez yaratmak amacıyla tasarladığı bir projeydi.
İmparatorluk sarayının bu sahnedeki işlevi iki yönlüydü: İmparatorun gücünü yasal kılacak dini törenleri icra etmek ve yabancı ziyaretçilere, imparatorluğun gücünün alt edilemez şekilde ilahi haklara bürünmüş olarak görünmesini sağlamak.
Boşlukta yüzer gibi duran muazzam kubbe, akıcı hareket, büyük ölçüde merkeziliğin ve ritmik ilerlemenin zıtlığı ışıkla daha canlı hale getirilmişti. Bu ışık ise, metrelerce uzayıp giden pırıl pırıl altın mozaik tesseraları muhteşem ve huşu uyandıran bir parıltı ile aydınlatmaktaydı. Prokopios'un ifade ettiği gibi, sanki 'insan tamamen çiçek açmış bir kırda' idi. Gündüz Boğaz'ın ve Marmara Denizi'nin sularının yansıtmasıyla daha da güçlenen ışık, çeşit çeşit pencereden içeriye sel gibi akmaktaydı. Gece ise binlerce mum ve yağ kandili, kendi altın renklerini saçmaktaydılar. Bu gerçekten de imparatorluk tarafından sahnelenen bir hüner, öbür dünyanın gücünün bu mekânda, bugünün hizmetinde kullanılışının görsel bir deliliydi.
Iustinianos'un kilisesinin orijinal süslemelerinde kesinlikle hiçbir tasvirli imge bulunmamaktaydı; sadece metrelerce uzayıp giden, kenarlarında meyva, çiçek desenleri ve geometrik süslemeler bulunan altın tesseralar mevcuttu. Birkaç tane düz haç ve büyük olasılıkla merkezi kubbenin iç kısmında muazzam bir haç bulunmaktaydı. Iustinianos dönemine ait tesseralar esas olarak, arka yüzüne altın varak ya da başka boyaların uygulandığı kesilmiş cam parçalarıydı. Daha sonra kullanılanlar, doğal renkli taşlardan ya da pişmiş topraktan özel olarak kesilmiş küpler şeklindeydi.
Kesinlikle hiçbir tasvirin bulunmayışı, Batı'dan çok Doğu geleneğini yansıtmaktaydı. İlginçtir ki, yapının tarihinin başlangıcından itibaren, yani Osmanlıların fethiyle tüm figürlü bezemenin yasaklanmasından 900 yıl önce de, orijinal süslemede tasvirler ve öykü anlatan figürlü bezeme bulunmamaktaydı. Bu eğilim Hıristiyanlık zamanında bile İkonaklastik Dönem'de (726843) şiddetlenmişti. Bu dönemde imparatorlar, dikkat çekecek bir şekilde, imparatorluğun batı eyaletlerinden değil de doğu eyaletlerinden gelmekteydiler.
Iustinianos'tan sonra Ayasofya'daki mozaiklerin erken tarihi belirsizlikler taşımaktadır; yapılmış olan her türlü öyküleyici ve tasvirli çalışma, İkonoklast Dönem'de örtülmüş ya da tahrip edilmiştir. Böylece Ayasofya'nın bilinen mozaiklerinin tarihi, gerçekte Ortodoksluğun yeniden kurulması ile başlamakta ve Makedonya Hanedanı'nın, özellikle I. Basileos (86786) ve II. Konstantinos Porphyrogenitos'un (91359J hükümdarlığı döneminde doruğa ulaşmaktadır. Giderek duvarlar İsa'nın, Meryem'in, azizlerin ve imparatorların tasvirleriyle kaplanmıştır. Bunların işlevi ve niteliği, kilise dolaşılırken görülebilmektedir.
Büyük mozaiklerin çoğu yok olmuştur. Bunların bir kısmı, fetihten önceki 900 yıl boyunca meydana gelen ve en çok zarar vereni 1346 yılında olan depremlerde tahrip olmuştur. Bundan sonra, on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Bizans mozaiğinin en kaliteli örneklerini verdiği son bir canlanış dönemine ulaşılmıştır.
1453 yılındaki fetihten sonra mozaikler yavaş yavaş, üzerlerine badana sürülerek ya da sıvanarak örtülmüş, böylece de korunmuştur. 1847'de padişah, Gaspare ve Giuseppe Fossati adında iki İsviçreli mimarı, yapının dokusunu ve süslemelerini restore etmeleri için görevlendirmiştir. Bu çalışmalar sırasında, günümüze kadar gelen tüm mozaikler ortaya çıkarılmış ve görsel bir arşiv sağlamak üzere kopyaları çıkarılmıştır. Sonra üzerleri örtülerek 1931 yılında Thomas VVhittemore ve Amerikan Bizans Enstitüsü bu mozaikleri tekrar ortaya çıkarma ve restorasyon çalışmasına başlayıncaya kadar üstleri kapalı kalmıştır. 1934 yılında Atatürk, Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesini emrettiği zaman, bu çalışmaların kapsamı genişletilmiştir. Maalesef, Fossati'ler tarafından tesbit edilen mozaiklerin çoğu bu tarihe kadar yok olmuş, büyük bir olasılıkla 1894 yılındaki büyük depremde kaybolmuştur. Ayasofya'daki mevcut mozaiklerin arasından, Iustinianos'un orijinal süsleme tarzındakilerin pek azı seçilebilmektedir. Kuzeybatı köşedeki giriş holünde bulunan, tamamen altından zemin süslemesi bu tarzın harikulade bir örneğidir. Ancak dokuzuncu yüzyıl ve sonrasına ait yeterli miktarda malzeme kalmıştır. Bu da, Makedon Hanedanlığı dönemiyle, on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllardaki Bizans rönesansı süresince Konstantinopolis'de çalışmış olan büyük sanatkârların çeşitliliği ve niteliği hakkında fikir vermektedir. |