Osmanlıda Çeşitli Spor Dalları
GÜRZ KALDIRMA
Gürz, düşmanı yaralamak veya zırhını parçalamak amacıyla yakın çatışmada kullanılan, üzerinde boğumlar olan, bir ucu öbürünen çok daha kalın bir silahtır. Demir bakır veya bronzdan yapılır. Osmanlılarda savaş aracı olarak kullanılan gürz, savaş harici zamanlarda idman aracı olarak kullanılmaktaydı. Savaşta kullanılan gürzler, idman gürzlerine göre daha hafif ve kullanımı kolaydı. Dönemin pehlivanlarının, ciritçilerinin ve okçularının idmanlarda kullandıkları gürzler daha ağırdı. Bu gürzlere halterde olduğu gibi ağırlık eklenebilmekteydi.
Osmanlılarda yeniçerilerin çalışma programlarında gürzle ağırlık kaldırma vardı. Osmanlı padişahlarından Orhan Gazi’nin gürz kaldırmada çok başarılı olduğu, Hünername’de yazılmaktadır. Yine Osmanlı padişahlarından Sultan I.Ahmet’in de bu sporda çok başarılı olduğu tarihî kaynaklarda belirtilmektedir. IV. Murat’ın Bağdat seferine giderken, kendisinin de katıldığı askerî idmanda askerlerine ağırlık kaldırma hareketleri yaptırdığı bilinmektedir.
LABUT ATMA
Labut, 85-90 santimetre boyunda ve 4-5 santimetre kalınlığında kabuğu soyulmuş kuru meşe değneğidir. Uzağa ve yükseğe atılabilmesi, yaş ağaçlara saplanabilmesi için de uç kısmı altı köşeli olarak sivriltilmiştir. Bu şekilde büyük bir kaleme benzediğinden “kalemli” ismiyle de anılır. Ciritten farkı daha kısa ve kalın oluşudur.
Labut, tüfeğin kullanılmasından önce binicilerin yanlarında taşıdıkları bir savaş aracıydı. Küçük yaşından beri yaş ağaçlara ve kaplara saplayarak eğitim yapmış sporcu gençler ve cündiler, savaşta düşmanı ve atını labut saplayarak düşürürlerdi. Tüfeğin yaygınlaşmasından sonra, labut önemini kaybetti ve yalnız cündilerin spor gösterilerinde ve yarışmalarda kullandıkları bir spor aracı hâline geldi.
Labut atma yarışlarında, karşılıklı iki yüksek ağacın tepesine ip çekilir, labut ipin üzerinden geçirilmeye çalışılırdı. Bu yarışlarda ip çok yükseğe çekildiğinden atı koşturmadan labutu ipin üzerinden geçirmek imkânsızdı. Labut atmaya elverişli atlar hızla koşturulurken atın hızından kuvvet alınıp labut ipin üzerinden aşırılmaya çalışılırdı. Başarılı olanlara değerli hediyeler verilirdi.
At koştururken labut atmak ayrı bir teknik gerektirdiğinden, bu alanda başarılı olmuş usta cündi-lerden ders almak gerekiyordu. Bu teknik eğitim şöyle verilirdi:
Binici ipin uzağından atını koşturarak ipin orta kısmına doğru yaklaştığında eğilerek elindeki la-butun arka ucunu yere dokundurur ve üzengiden de kuvvet alarak ayağa kalkar ve labutu havaya fırlatırdı. Atın süratini, atılacak uzaklığı ayarlamak ve atış açısını labuta verebilmek çok önemliydi. Bu tekniğe ulaşabilmek için az sayıdan başlanarak her gün atış sayısı artırılır ve bu suretle aylarca hatta senelerce sonra istenilen en yüksek rekora ulaşılırdı. Bu çalışmalar yapılırken antrenmana hiçbir gün ara verilmezdi.
Osmanlı padişahlarından spora düşkünlüğüyle bilinen IV. Murat’ın cündiliğin diğer branşlarında olduğu kadar labut atmada da çok başarılı olduğu bilinmektedir.
TOMAK OYUNU
Tomak oyunu Osmanlı Devleti’nin son iki yüz yılında oynanan saray oyunlarından biridir. Sultan I.Mahmut’tan Sultan II. Mahmut’a kadarki Osmanlı padişahlarının bu oyundan çok hoşlandıkları bilinmektedir. Enderunu Hümayunda oynanan tomak oyunu Yeniçeri Ocağının da idman programı arasında bulunmaktaydı.
Tomak oyunu, “tomak topu” ile oynanırdı. Tomak topu, içi kar keçesi ile doldurulmuş, yumruk büyüklüğündeki meşin topun, kamçı şeklinde sırımdan örülmüş bir sapa bağlanmasıyla yapılırdı. Tomak oyununu oynayan oyunculara “tomakçı”, usta oyunculara “tomakçıbaşı” denirdi.
Tomak oyunu altışar kişilik iki takım arasında oynanır, bazı durumlarda oyuncu sayısı artırılabilirdi. Oyunculara birer tomak verilir, oyunu idare eden çavuşun işareti ile oyun başlatılırdı. Oyuncular tomak topunu birer kamçı gibi kullanarak birbirlerine hamle yapar ve sırtlarına vurmaya çalışırlardı. Her vuruşa hamle etmek denir, rakip oyuncular da tomak topunu sırtlarına vurdurmamak için kolları ile savunma yapardı. Tomak topu sırtına vurulanlar oyun dışı kalırdı. Çabukluk, çeviklik ve becerinin geliştiği tomak oyununda rakibin sırt bölgesi dışına vurmak yasaktı. Oyun boyunca Enderun saz takımı oyuncuları coşturucu şekilde saz eserleri çalar, oyun Çavuşun “çek” sözü ile sona ererdi. Oyun bitiminde oyuncular padişah tarafından ödüllendirilirdi.
TOP OYUNU
Osmanlıların “Alay Topu Oyunu” da dedikleri top oyunu ayakla değil elle oynanırdı. Oyun, içine kar keçesi doldurulmuş yuvarlak ve el ile tutulabilecek büyüklükte toplarla oynanırdı. “Alay” adı verilen takımlar karşılıklı iki çizgi üzerinde durur, başlama işareti ile topları karşı alaya doğru atmaya başlarlardı. Atılan toplar alayların önüne ve arkasına düştüğünde kural dışı sayıldığından topların karşı alaya ulaşacak şekilde atılması gerekirdi. Kurallara uygun şekilde atılan topu tutamayıp yere düşüren takım mağlup sayılırdı.
Bu oyun genelde padişah huzurunda yapılır ve “alay” adı verilen takımlar 50-100 kişiden oluşabiliyordu.
YAYA KOŞUSU
Osmanlılarda yaya koşuları, genellikle düğünlerde veya sadrazam tarafından padişah ve elçilere verilen ziyafetlerde yapılırdı. Belli kurallara bağlı kalmadan yapılan koşu yarışlarında, koşulacak mesafe belirlenir ve büyük, küçük dileyen herkes istediği kıyafetle katılabilirdi. Yarışta birinci gelenler ödüllendirilirdi.
Osmanlılar da “peyk” veya “şatır” adı verilen koşucu haberciler bulunurdu. Dönemin posta görevlileri olan peykler, özel kıyafetleri, bel ve dizleri altına bağlı olan zilleri ile bir ellerinde balta diğer ellerinde gül suyu olduğu hâlde uzun mesafe koşarlardı. Maraton koşan sporcular kadar mesafe kat edebilen peykler koşu esnasında yanlarında bulundurdukları gülsuyu ve şekerle enerji ihtiyaçlarını karşılarlardı.
Kaynak: Türklerde Spor Tarihi, (Tuncer KURT, Mahmut KILIÇ, Muhammet Nuri KILIÇ, Fatih ÖZBAYRAKTAR) |