Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Dört Halife Döneminde Din ve Şeriat
www.arsivbelge.com
Dört Halife Döneminde Din ve Şeriat dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Dört Halife Döneminde Din ve Şeriat başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

İLK DÖRT HALİFE DÖNEMİNDE DİN VE ŞERİAT

Hz. Peygamber'in vefatından sonra sıra­sıyla hilâfete geçen ilk dört halife, dinî ve siyasî sahalarda işleri O'nun koyduğu pren­siplere göre yürüttüler. ALLAH'ın elçisinin eği­tim öğretim ve rehberliği ile oluşmuş olan toplumdaki her bir fert, İslâm'ın ruhuna ve emirlerine uygun bir yönetim biçiminin nasıl olması gerektiğini biliyordu. Peygamber'in, halefinin kim olacağı konusunda bir karan yoksa da; İslâm toplumunun mensup­ları İslâm'ın, istişare prensibine dayanan bir hilafeti gerektirdiğini biliyorlardı. Bu yüzden, babadan oğula geçen bir saltanat oluşturma veya otoriteyi güç kullanarak ele geçirme yo­lunda bir teşebbüs olmadığı gibi, halifelik makamını elde etmek için uğraşan ya da bu­nun için kendi ismini ortaya atan da yoktu. Aksine dört halife, birbiri peşisıra, halk tara­fından seçilerek geldiler. Bu dört halife daha sonra, bugün de olduğu gibi, hulefa-i râşidîn olarak tanındılar. Bu durum, müslümanlann gözünde hilafetin doğru şeklinin bu olduğuna Medine'de istinsah edilmiş ve günümüze kadar gelmiş en eski Kur'ân nüshalarından biri. Ma'il (yatık) yazı, 8. yy. dair yeterli delil oluşturmaktadır. Bu dört ha­lifenin, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin seçilmelerinde, ne seçilmeleri için gayret edenler, ne seçim kampanyaları, ne kendi adaylığını ilan etmeler, ne de bu dört kişinin adaylığı yönünde sarfedilen çabalar vardı. Aksine, bunları halk kendi seçti veya istişare sonucu ve ittifakla tayin olundular.

Dört halifenin her biri devlet işlerinde, üm­metin ileri gelenleri olan ehl-i re 'y ile istişare etmeksizin karar almazlardı. Hz. Ebu Bekir, bütün meselelerde, önce ALLAH'ın Kitabına başvurur, bu gibi meseleler hakkında bir hük­mün bulunup bulunmadığın araştırır, orada bulamazsa Rasûlullah'in böyle bir mua­mele ile karşılaşıp karşılaşmadığına bakardı. Karşılaşmış ise Rasûlullah'in bu hususta verdiği hükmü ve meseleyi nasıl karara bağ­ladığını tetkik ederdi. Şayet Sünnette de her­hangi bir hüküm bulamazsa, ümmetin ileri gelenlerini ve bilgili zevatı toplar, kendileriy­le istişarede bulunur, ona göre meseleyi hal­leder ve karar verirdi. (Sünen-i Darimî). Hz. Ömer de devlet işlerinde aynı yolu izledi. (Kenzû'l-Ummâl, c. V).

Hulefa-i Raşidîn (doğru halifeler), müşavere sırasında, şûra üyelerinin fikirlerini tam bir serbestiyet içinde ifade hakkına sahip olduk­ları görüşünde idiler. Hilafetin bu husustaki siyasetini, Hz. Ömer'in, bir müşavere heyeti­ni açış konuşmasında şu sözlerle dile getirili­yordu: "Ey insanlar! Size anlatmak istediğim şudur: Emanet olarak uhdeme tevdi ettiğiniz devlet işlerini yürütebilmem için benimle iş­birliği yapacaksınız. Ben de sizin gibi bir in­sanım. Bugün, sizin haklarınızın aynına sahip bulunduğumu, sizinle müsavi olduğumu söy­lemek isterim. Aranızda isteyen benimle aynı fikirde olan da olabilir, farklı düşüncede olan da. Ben size, ille de benim arzulanma uyacak ve benim dediğimi yapacaksınız, demek iste­miyorum." (İmam Ebu Yusuf, Kitabû'l-Ha-rac).

Dört halifenin hepsi de Beytulmal'ı ALLAH'ın ve kullarının bir emaneti olarak gördüler.

Gayri kanuni gelirler toplayıp bunları gayri kanunî yerlere harcamayı meşru görmediler. Onlara göre yöneticilerin, şahsî ihtiyaçlarını buradan karşılamaları meşru değildi. Bir sul­tan ile halife arasındaki fark, onlara göre şu idi: Sultan, millet hazinesini kendi şahsî mül­kü gibi görür ve ondan dilediği gibi harcardı. Halife ise, onu ALLAH'tan halk için verilen bir emanet olarak görür, her kuruşunu toplar ve her kuruşunu da hak için harcardı. Hz. Ömer bir keresinde Selman-ı Farisî'ye, kendisinin bir kral mı yoksa bir halife mi olduğunu sor­muştu. Selman hemen şöyle cevap vedi: "Eğer sen, müslümanlann malından bir dir­hem dahi olsa, gayri meşru olarak, hakkın ol­madan alırsan ve bir dirhemi, keyfin için har­camaya kalkarsan, o zaman halife değil, bir kral olursun." Bir başka seferinde Hz. Ömer: "ALLAH'a yemin ederim ki, halife miyim yoksa bir kral mı bilemedim. Kral olmak istemem. Çünkü o, çok büyük ve ağır bir yüktür." de­mişti. Bu sırada orada bulunanlardan biri "Ey Emirül-mü'minîn, ikisi arasında çok büyük farklar vardır", dedi. Ömer, "Ne gibi farklar var?" diye sordu. O kişi şöyle cevap verdi: "Halife, bir şey aldığında hak ile alır ve har­cadığında hak ile harcar. ALLAH'ın inayetiyle, sen böylesin. Kral halka zulmeder, gayri meşru olarak birinden alır, diğerine verir." (İbni Sa'd, TabakaL c. İÜ).

Hz. Ömer bir konuşmasında, halifenin bey-tülmal'da ne gibi hallerde tasarruf edebilece­ğini açıklamıştır: "ALLAH'ın malında benim şu kadardan başka bir hakkım yoktur ve bundan başkası da benim için haramdır: Soğuktan ve sıcaktan muhafaza etmek için bir elbise ile, Kureyş'in ortalama bir ferdi gibi aile efradım için geçim. Ben herhangi bir müslümandan farklı değilim," (İbni Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. VII). Bir başka konuşmasında da şunları söylemiştir: "Beytülmal ile ilgili ola­rak, doğru olan sadece üç şey biliyorum: Hak ile toplamak, hak ile harcamak ve bunlarla il­gili olarak, yanlışlıklan kontrol etmek. Be­nim sizin mallanmz üzerindeki ilgi ve hassa­siyetim, yetim malı üzerinde velinin gösterdiği hassasiyet gibidir. Muhtaç olmadıkça ben, bir şey alamam. İhtiyaç içinde olursam, o za­man, doğru (ma'ruf) bir şekilde beytülmaldan alıp harcayabilirim." (Kitabû'l-Harac).

Hz. Ali'nin serveti de Hz. Ebu Bekir ve Ömer'inki kadardı. O da mütevazı bir hayat sürdü. Muavİye ile çatışmaya girdiğinde bazı kimseler, kamu hazinesini açmasını ve Mua-viye'nin yaptığı gibi, bahşiş ve hediyeler ver­mek suretiyle taraftar toplamasını tavsiye et­tiler. Fakat o, bu tekliflerin hiçbirini kabul et­medi ve "Gayri meşru usûllerle başarıya ulaş­mamı mı istiyorsunuz benden?" diye karşılık verdi. (İbni Ebu'l-Hadîd, Şerh-i Nehcu'l-Belağa, c. I). Bir keresinde büyük kardeşi Âkil, hazineden para istediğinde, "Kardeşi­nin, müslümanların mallarım sana vererek, cehenneme gitmesini mi istiyorsun?" diyerek talebini reddetmişti. (İbni Kuteybe, el-Imamt ve's-Siyase, c. I).

Bu insanların yönetim konusundaki düşünce­lerini bilmeden, bu yüksek makamlarda bu tavırları anlamak zordur. Hz. Ebu Bekir'in halife seçildikten sonra yaptığı ilk konuşma, bu ideali yeterince aydınlatmaktadır. Bu konuşmasında Ebu Bekir (radıyallahû anh) şöy­le diyordu: "Aranızda en hayırlınız olmadı­ğım halde üzerinize yönetici oldum. Varlığı­mı elinde bulunduran Zat'a yemin ederim ki, bu makamı kendi istek ve rızam ile elde et­miş değilim. Hatta, başkasının yerine geçme­yi de hiçbir zaman düşünmedim. Bu makamı elde etmek için ALLAH'a dua dahi etmiş deği­lim. Böyle bir makam için kalbimde herhangi bir istek uyanmadı. Bu vazifeyi gönülsüz ola­rak kabul etmek zorunda kaldım. Bunu, hila­fet meselesinde müslümanlar arasında ihtilaf çıkmasından ve Araplar arasında irtidat tehli­kesinin başgöstermesinden korktuğum için, istemeyerek kabul ettim. Bu makamda benim için rahatlık yoktur. Aksine bu benim üstüm­de büyük bir yüktür ve ALLAH'ın yardımı ol­masa ben de bu yükü taşıyacak kuvvet yok­tur. Çok arzu ederdim ki, başka birisi çıksın da bu ağır yükün mesuliyetini omuzlarına alsın, bu suretle beni bu işten kurtarsın. Şu an­da dahi, isterseniz, Rasûlullah'in sahabilerinden birini getirir ve bu makamı ona tevdi edebilirsiniz. Bana biat etmiş olmanız, böyle bir işe mani teşkil edecek değildir. Beni Rasûlullah ile mukayeseye kalkarsanız ve O'ndan beklediklerinizi benden beklerseniz, şüphesiz yanılırsınız. Benim gücüm buna yet­mez, çünkü o şeytanın şerrinden korunmuştu ve O'na vahiy gelmişti. Eğer doğru hareket edersem, bana yardım edin. Yanlış yaparsam, beni düzeltin. Şurası muhakkaktır ki, doğru­luk bir emanet ve yalan ise bu emanete hıyanettir. Aranızda zayıf olan, ALLAH'ın izniyle hakkını kendisine verene kadar, benim ya­nımda kuvvetlidir. Aranızda kuvvetli olan, ALLAH'ın izniyle zayıfın hakkını ondan alınca­ya kadar, benim yanımda zayıftır. Ümmetin bazı fertleri, ALLAH yolundaki çalışmalarını bırakıp da sakın başka yönlere sapmasın. Böyle olursa korkarım ki, ALLAH onları zillete düşürür. Bu millete mensup kimseler kötü­lükler peşinde koşmasınlar. Olur ki, bu se­beple ALLAH onları umûmi musibetlere duçar kılar. ALLAH'a ve Rasûlü'ne itaat ettiğim süre­ce bana itaatle mükellefsiniz. Eğer bu yolu terkeder, hududlann dışına çıkarsam bana ita­at etmek mecburiyetinde değilsiniz. Ben, an­cak ALLAH ve Rasûlü'nün yolunun takipçisiyim. Yoksa yeni bir yol icad edeceklerden değilim." (Taberî, c. II; İbni Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviye, c. IV; Kenzû'l-Ummal, c. V).

Benzer şekilde Ömer (radıyallahû anh) da şöyle diyordu: "Ey insanlar! Doğru yaşayın bir kimsenin, ALLAH'a İtaatsizlikte bana itıat etmesi caiz değildir. Ey insanlar! Üzerimde bazı haki?.-iniz vardır ki, bu haklar sayesinde siz bana bağlanacaksınız. Üzerimdeki hakla­rınızdan bİris' şudur: Sizden ne alacaksam, isterse hu haraç olsun, isterse ALLAH tarafın­dan bahşedilen (fey) bir hak olsun, biliniz ki bu işi kanun dairesinde ve usûlüne göre yapa­cağım. Haklarınızın bir diğeri de, sorumlulu­ğum altında bulunan, bana teslim edilmiş olan mallarınızı, haklı yerlerde ve kanunî öl­çüler çerçevesinde sarf etmenidir." (İmam Ebu Yusuf, Kitabû'l-Harac).

Hz. Ebu Bekir, Şam ve Filistin'e keşif heyeti gönderirken Amr b. Âs'a şunları söylemiştir: "Ey Amr! Her hareketinde ALLAH'tan kork ve haya et. Çünkü O, seni ve her hareketini göz­lemektedir... Ahiret için çalış, her işinde Al­lah'ın rızasını gözet. Yol arkadaşlarına evlâdınmış gibi muamele et. İnsanların sırla­rını araştırma, onlar hakkında görünüşlerine göre hüküm ver... Doğru ol ki, emrin altında­kiler de doğru olsun." (Kenzu'l-Ummâl, c. V).

Hz. Ömer de valilerini gönderirken onlara şöyle diyordu: "Sizi Muhammed aleyhisse-lâmın ümmeti üzerine, onların saçlarının ve derilerinin efendisi olasınız diye (varlarına-yoklarma sahip çıkmanız için) tayin etmiyo­rum. Bu tayinden maksadım ibadeti tesis et­meniz, aralarında adalet ve hak ölçüleriyle hükmetmeniz, her hususta hakkı-hukuku gö­zetmeniz içindir." (Taberî, c. İÜ).

Hz. Osman kendisine biat edildikten sonra verdiği ilk hutbede şöyle konuşmuştur: "Bena bir görev verildi. Ben de kabul ettim. Ben, benden öncekilerin yolunda gideceğim, yeni bir usûl ve yol izleyecek değilim. İcraatım da Azız ve Celîl olan ALLAH'ın kitabı ve Rasûlullah'in sünnetinden sonra üç şeyi daha takip edeceğim. Bunlardan biri; üzerin­de ittifak edip ve takip ettiğimiz konularda benden öncekilere uymak, ikincisi, benden öncekilerin yapmadıkları fakat sâlih kişilerin ortaya koyduğu yolu takip etmek, üçüncüsü de cezayı hak etmediğiniz sürece size ceza vermemek..." (Taberî, c. III).

Hz. A1İ, Kays b. Sa'ad'ı Mısır'a vali tayin et­mişti. Onunla Mısır halkına hitaben yazmış bulunduğu şu fermanı göndermişti: "Dinle­yin^ Sizin üzerinizde şu hakkımız vardır: İş­lerinizi ALLAH'ın kitabı ve Rasûlü'nün sünneti­ne göre tanzim etmeniz. Meselelerinizi Al­lah'ın tayin etmiş bulunduğu ölçülere göre halletmeniz. Bütün ilişkilerinizde Peygamber'in sünnetini câri kılmanız. O zaman, biz her yerde size yardım edecek ve sizin iyiliği­niz için çalışacağız." Bu fermanı halka duyu­ran Kays b. Sa'ad şöyle demiştir: "Size bu şekilde muamele etmezsek, bize karşı bir mecburiyetiniz yoktur." (Taberî, c. III).

Hz. Ali valilerinden birine şöyle yazmıştır: "Halk ile arana uzun perdeler çekme. Valiler­le halkın arasında bir engel, bir perde bulun­ması, valilerin halka perde arkasından bak­maları dar görüşlülük ve cahillik belirtisidir. Bu gibi engeller yüzünden yöneticiler, ahali hakkında doğru bilgi elde edemez. Onlar için, küçük şeyler büyük, büyük şeyler küçük hâle gelir. İyilikler halk nazarında kötülük şeklin­de ortaya çıkar, kötülükler de iyilik kılığına bürünür. Böylece, hak ile bâtıl birbirine karı­şır ve ayırmak güçleşir." (İbni Kesir, c. VIII). Bu sözler, sadece üslûb ve beyan güzelliği bakımından ibaret görülmemelidir. Hz. Ali'nin bu hususta ne söylemişse bizzat tat­bik etmiştir. Hilafeti zamanında Küfe sokak­larında elinde bir kamçı ile dolaşır, insanları kötülükten men edip, iyilikleri ve faziletli iş­leri teşvik ederdi. Esnafı dürüst davranıp dav­ranmadıklarını kontrol etmek için pazar yer­lerine giderdi. Bir yabancı, elinde kırbaç ile sokaklarda gezen bu adamın halife olduğuna İnanamazdı. Onun üzerinde ne bir hükümdar­lık işareti ne de etrafında adamları vardı. (îb-ni Kesir, c. VIII).

Bir defasında Hz. Ömer ahaliye şöyle hitap etmişti: Ben valileri, sizleri dövmeleri, malla­rınızı haksızlıkla almaları için göndermiyo­rum. Onları tayin etmekten maksadım, size dininizi öğretmeleri, Rasûlullah'in göster­miş bulunduğu yolu size anlatmaları içindir. Onlardan herhangi birisi bu maksadın hilafı­na bir davranışta bulunursa, siz bunu hemen bana bildirmelisiniz, ALLAH'a yemin ederim ki, ben derhal bu valiyi değiştiririm. Bu sıra­da, Mısır valisi olan Amr b. As ayağa kalka­rak: Eğer bir Müslüman, valiliği sırasında, suç işleyen bir kimseyi başkalarına ders ola­cak şekilde cezalandırmak İçin döverse, siz bu valiyi yine değiştirecek veya cezalandıra­cak mısınız? diye sorduğunda, Hz. Ömer: Evet, ALLAH'a yemin ederim ki, cezalandırı­rım. Zira ben Rasûlullah @'in kendi yaptığı işi tazmin ettiğini ve verdirilen zarara muka­bil tazminat kabul ettiğini gördüm, dedi. {Kitabû'l-Harac, sh. 115; İbnü'l-Esîr, c. III; Taberi, c. III).

Yine bir defasında Hz. Ömer, hac zamanı bü­tün valilerini ve âmillerini çağırdı ve ahalinin önünde şöyle dedi: Kimin bu vali ve âmillerden herhangi birinde bir hakkı, bir ala­cağı varsa, ayağa kalkıp söylesin. Kalabalık­tan biri ayağa kalktı ve Ey Mü'minlerin Emîri! Senin âmilin bana yüz kırbaç vurdu, dedi. Hz. Ömer, o âmile: Sen ona yüz kırbaç vurdun mu? diye sordu ve iddia sahibine: Kalk ondan hakkını al, buyurdu. Bunun üze­rine, orada bulunan Amr b. Âs ayağa kalka­rak: Ey Mü'minlerin Emîri! Sen âmillerin hakkında böyle bir kapı açarsan, bu hal hem onlara çok ağır gelir, hem de senden sonraki­ler için bir âdet hâlini alır, dedi. Hz. Ömer: Dikkat et, ben ki, Rasûlullah'in nefsine kı­sas tatbik ettiğini gördüm. Onu kısassız mı bırakacağım? buyurup, sonra hak sahibine dönerek: Kalk hakkım al! diye emretti. Amr b. As: O halde izin verin de onu razı edelim."

dedi. Sonunda, şikâyetçi olan şahsa, her kır­baç için iki dinar olmak üzere toplam 200 di­nar verilerek razı edildi ve şikâyetçi kısas hakkından vazgeçti. (Ebu Yusuf, Kitabû'l-Harac).

Bu şekilde ilk dört halife, kanunları titizlikle uyguladılar: Hiç kimse, hattâ halifeler bile, kanunların üzerinde görülmedi. Kanun önün­de halife ile herhangi bir müslüman ya da bir zımmînin eşit olduğunu ilan ettiler. Hakimler {kadılar), devletin başı olması hasebiyle, halife tarafından tayin olsalar da, tayinden son­ra, herhangi bir müslümana olduğu gibi, hali­fe aleyhine de hüküm vermekte irade sahibi­dirler. Bir keresinde, Hz. Ömer ile Ubey b. Kâb arasında bir ihtilaf başgöstermiş ve ara­larında hakemlik yapmak üzere Zeyd b. Sabit'i seçmişlerdi. Yanma vardıklarında Zeyd, Ömer'i kendi yerine oturtmak istedi. Fakat Ömer bunu reddeti ve Ubey'in yanına oturdu. Daha sonra Ubey, ihtilaflı meseleyi hakeme anlattı. Hz. Ömer ise bu izahı kabul etmedi. Bunun üzerine, usûl gereğince hakem tarafla­ra yemin teklifinde bulundu. Ubey yemin et­mek hususunda düşündü. Hz. Ömer ise ye­min etti ve mesele de halledilmiş oldu. İş bit­tikten sonra Hz. Ömer: "Eğer Zeyd, Ömer'e alelade bir vatandaş gibi davranmamış olsay­dı, herhalde onun hâkimlik yapmaya kabili-yeti olmadığını düşünecektik." (Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, c. X).

Benzer bir olay Hz. Ali ile bir hıristiyan ara­sında cereyan etmişti. Hz. Ali, zırhının bir hı-ristiyanda olduğunu gördü ve geri almak için mahkemeye başvurdu. Delil getiremediğin­den, mahkeme aleyhine sonuçlandı. Bir kere­sinde de Hz. Ali ve bir zımmî, aralarındaki dava için Kadı Şureyh'e gittiler. Kadı ayağa kalktı ve Hz. Ali'ye selâm verdi. Bunun üze­rine Hz. Ali hâkime: "Daha işin başlangıcın­da sen bu işte haksızlık ettin" dedi. (Hilâfet ve Saltanat).

Onların yönetimlerinin bir Özelliği, İslâm'ın ruhuna ve prensiplerine uygun olarak kabile ve ırkına bakılmaksızın herkese eşit davranıl-masıydı. İslâm; ırk, renk, kabile ve milliyet vb. konulardaki tarafgirlikleri yok ederek, bütün müslümanları bir tutmakta idi. Ebu Be­kir halife seçildiğinde, Ebu Süfyan, kabilesi yüzünden bu durumu beğenmemişti. Ali'ye gidip, "Kureyş'in küçük bir kabilesine men­sup olan birini nasıl halife ilân ederler? Eğer sen bu görev için aday olursan, bu vadiyi atlı­lar ve yayalarla doldururum" dedi. Fakat Hz. Ali: "Bu sözlerin, senin İslâm'a ve müslü-manlara düşmanlığım gösterir." diyerek onu şaşırttı. "Süvari ve yayaları toplayıp buraya gelmeni katiyyen istemem. Uzak yerlerde bu­lunsalar, memleketleri de birbirinden ayrı ol­sa dahi bütün müslümanlar birbirlerinin iyili­ğini isterler ve birbirlerini severler. Bİz, Ebu Bekir'i bu makama lâyık bilenlerdeniz. Eğer onda bu liyakati görmemiş olsaydık acaba kendisini böyle bir makama çıkarır, bu vazi­feyi ona teslim eder miydik?" diye ekledi. (Kenzu l-Ummal, c. V; Taberî, c. II).

Bu atmosfer içinde Ebu Bekir ve Ömer, yal­nız Arap kabilelerine değil, gayri müslimlere de hiçbir ayırım yapmadan mutlak eşitlik ve adaletle muamele ettiler. Hatta kendi kabile­lerini de kayırmaktan kaçındılar. Onların bu tarafsız ve âdil tutumu her türlü ön yargıyı bastırarak, müslümanlar arasındaki, İslâm'ın gerektirdiği evrensel ruhu meydana getirdi. Hz. Ebu Bekîr halifeliği sırasında, akrabalarından veya kabilesinden hiç kimseyi memuriyete getirmedi. Hz. Ömer, yalnızca kabile­sinden Numan b. Adiy'i Basra yakınlarında küçük bir şehir olan Maysan'da tahsildarlık vermiş, fakat daha sonra da görevden almıştı. Böylece bu açıdan bu iki halife yegâne bir örnek oluşturdular.

Hz. Osman hilâfeti döneminde, yüksek ma­kamları akrabalarına ve kendi kabilesinden kimselere vermeye başladı. Düşüncesine göre bu şekilde hareket etmesi sıla-i rahimin gere­ği idi. "Ömer akrabalarını, ALLAH rızası için, mahrum etti. Fakat ben, ALLAH için, akraba ve yakınlarımı gözetmekteyim." derdi. (Taberî, c. III). Bir keresinde şöyle demişti: "Ebu Be­kir ve Ömer, beytülmal hususunda, hem ken­dilerini hem de akraba ve yakınlarını sıkıntı­ya sokmaktan hoşlanıyordu. Fakat ben sıla-i rahmi tercih etmekteyim." (Kenzu'l-Ummâl, c. V; İbni Saad, Tabakat, c. III).

Dört halife zamanında tam manasiyle tesis edilen nizamın özelliklerinden biri tenkîd, rey ve fikir beyanı hakkının tam manasıyla serbest oluşuydu. Halifeler, bütün vakitlerini halkın refahına tahsis etmişlerdi. Şûra mecli­sinin toplantılarına katılır ve tartışmalara işti­rak ederlerdi. Ne bir resmî parti ne de bir mu­halefet partisi vardı. Her üye, hür bir ortam­da, görüşünü yalnızca kendi inanç ve vicda­nına dayanarak açıklardı. Bütün meseleler, noksansız ve ilavesiz olarak ehil kişiler önü­ne konmakta; kararlar, herhangi bir kimsenin etkisi, korkusu veya menfaatine göre değil, yapılan müzakerelere dayanılarak alınmakta İdi. Ayrıca bu halifeler, yalnızca şûra ehli ile değil, aynı zamanda, günde beş vakit namaz, bir kongre niteliğindeki cuma namazı, bay­ram namazları ve hac dolayısıyle, doğrudan halkla temas kuruyorlardı. Evleri diğer müslümanların evleri ile yanyana idi ve herkese kapıları açıktı. Sokakta, çarşıda yanlarında muhafızları olmadan yürürler ve insanlar on­larla rahatça ilişki kurar, onları tenkid edebi­lir veya herhangi bir konuda açıklama isteye­bilirlerdi. Bu hürriyete müsaade etmekle kaltnamışlar, bunu teşvik de etmişlerdi. Daha önce açıklandığı gibi Hz. Ebu Bekir, ilk yap­tığı konuşmada, doğru hareket ettiği müddet­çe kendisine yardım etmelerini, yanlış bir şey yaptığında ise kendisini düzeltmelerini iste­mişti.

Hz. Ömer bir cuma hutbesinde, evlenmelerde 400 dirhemden fazla rnehir istenmemesi ge­rektiğini söylemişti. Hutbeyi dinleyen bir ka­dın derhal ayağa kalkarak böyle bir şeyi em­retmeye hakkı olmadığını söyleyerek, onu düzeltmişti. Kadın, Kur'ân bu konuda bir sı­nırlama getirmemişken kendisinin sınır geti­remeyeceğini belirtince, Hz. Ömer kadım haklı buldu ve kendi fikrini değiştirdi. (İbnî Kesîr, Tefsir, c. I). Yine bir keresinde, halkla olan toplantılarından birinde Selman-ı Farisî ona, herkese bir parça kumaş düşerken nasıl olup da iki parça kumaşa sahip olduğunu sor­du. Hz. Ömer orada bulunan oğluna işaret et­ti; Abdullah b. Ömer, kendi payına düşen parçayı babasına verdiğini ifade etti. (Cevzî, Sîret-i Ömer Ibnu l-Hattab).

Bir başka toplantıda Hz. Ömer halka, bazı meselelerde gevşek davransa, ne yapacakları­nı sordu. Bişr İbni Saad elindeki sopayı gös­tererek: "Eğer sen böyle eğri yolda gidersen, seni şu sopa ile düzeltiriz." dedi. Bunun üze­rine Hz. Ömer, "Öyleyse siz hayırlı bir toplu­luksunuz" dedi.

Bunların hepsinden şiddetli tenkitler Hz. Os­man devrinde vuku buldu. Fakat o hiçbir za­man bunları zor kullanarak bastırmaya yeltenmedi. Hz. Ali, haricîlerin küstahlıklarına ve mütecavizâne sözlerine sabırla tahammül etti. Bir defasında halk içinde kendisine sö­ven beş haricîyi huzuruna getirdiler. Bunlar­dan biri, yeminle onu öldüreceğini haykırı­yordu. Fakat Hz. Ali onların hepsini serbest bıraktı ve adamlarına, isterlerse onların lafla­rına karşılık verebileceklerini, fakat fiilen is­yana kalkışmadıkça, sözle yapılan muhalefe­tin bir tutuklama gerekçesi olamayacağını, söyledi. (Serahsî, Mebsût, c. X).

Hulefa-i Raşidîn devri gerçekten tslâm tari­hinde parlak bir yıldızdı ve daha sonra gelen bütün âlimler, muhaddisler ve müslümanlarm geneli o devri, İslâm'ın gerçek dinî, ahlâkî, siyasî ve sosyal sistemin ölçüsü olarak kabul ettiler. (Ebul Ala Mevdûdî, Khilafat-o-Mulukiyat [Hilafet ve Saltanat]).

Kûfî hat ile cami şeklinde yazılmış Kelime-i Tev-hid. Derviş Emin Nakşibendî, İstanbul, 1743.

kaynak: ilimdunyasi.com


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
Teokrasi ve Şeriat Arasındaki Farklar(5374)

Kötülük Problemi Hakkında(5371)

Din Öğretimi Yöntemleri - Öğretmenin Rolü ve Yeterlilikleri(5364)

Huzurevi ve Yurtlarda Din Eğitimi - Yaşlılara Yönelik Din Eğitimi(5363)

AFGANİSTANDA EĞİTİM VE DİN EĞİTİMİ(5362)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!