Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Töre veya Namus Cinayetlerinin Perde Arkasında Yatanlar
www.arsivbelge.com
Töre veya Namus Cinayetlerinin Perde Arkasında Yatanlar dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Töre veya Namus Cinayetlerinin Perde Arkasında Yatanlar başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

Töre veya Namus Cinayetlerinin Perde Arkasında Yatanlar

 

Töre ve namus cinayeti ne demektir? Bu cinayetlerin arkasında yatan sebepler nelerdir? Toplumun bu cinayetleri değerlendirmesinde nasıl bir bakış acısı söz konusudur? Töre ve namus kavramları nasıl istismar edilmektedir? Töre ve namus cinayeti işleyenler akıllarından ziyade duygularıyla mı hareket etmektedirler? Namus ve töre cinayetlerinde dinin emir ve nehiyleri göz ardı edilmekte midir? Töre ve namus cinayetlerinde Kur’an ayetlerinden habersiz olmanın rolü var mıdır? Bu ayetlerin göz ardı edilmesi yanlış bir din algısının oluşumuna neden olmakta mıdır? Hz. Peygamber’in bu konudaki uygulamaları doğru ve yeterli bir şekilde anlaşılmış ve aktarılmış mıdır? Bu ve benzeri sorulara cevap aramaya çalışmak, cinayetlerin halen devam ettiği günümüzde artık kaçınılmaz bir hal almıştır.

 

 Öncelikle şunu ifade edelim ki, töre ve namus cinayetlerini İslam’ın ortaya koyduğu evrensel ilkelerle bağdaştırmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Zira bir insanın bir başka insanın canına haksız ve yetkisiz bir şekilde kıyması Kur’an’a göre en büyük günahlardan biridir. (Maide, 5/32; isra, 17/33) Bu itibarla, töre ve namus cinayetlerinin dindarlıkla da, islam dini ile de hiç bir ilgisi ve alakası yoktur. Aksine bu kimseler, din zannettikleri ilkel gelenek ve göreneklerin ve yanlış yorumların etkisiyle bu tür cinayetleri işlemektedirler ki kendilerinin yanlış bir din ve namus anlayışının etkisi altında oldukları açıktır. Dolayısıyla töre ve namus cinayetlerinin esas sebebi dinin ortaya koyduğu emirler değil, tersine, islam’ın özünden ve ruhundan uzaklaşmak; ya da bilerek ve isteyerek bunlardan habersiz kalmayı seçmektir. Nitekim ayetlere yakından baktığımızda bu yanlışlığı derhal görmemiz ve anlamamız mümkündür.

 

  Şunun altını kalın çizgilerle çizelim ki toplumsal baskıların etkisinde kalarak töre ve namus cinayeti işleyen kimseler, Mekke’de islam öncesi diri diri kız çocuklarını toprağa gömen cahiliyye insanının hassasiyetleriyle hareket etmektedirler. Töre ve namus cinayeti işleyenlerin düşünceleri ile cahiliyye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerin zihniyetleri açıkca örtüşmektedir. Zira her iki kesimde derin toplumsal baskılara dayanamayarak ve aklı devre dışı bırakarak duygularının tesiriyle bu tür cinayetleri işlemişlerdir. Bu itibarla, yanlış bir toplumsal baskının etkisiyle ve izledikleri kötü düşünce tarzıyla bu cinayeti işleyenlerin ahirette kendilerini savunabilecekleri ciddi hiç bir delillerinin olamayacağı anlaşılmaktadır. Şimdi bu konu ile ilgili ayetlere yakından bakalım.

 

 ‘Onlar, kızları Allah’a nispet ediyorlar -ki O, bundan uzaktır- kendilerine ise, canlarının istediğini. (O kadar ki,) ne zaman birine bir kız çocuğu olduğu müjdesi verilse hemen yüzü kararır, içi öfkeyle dolar; kendisine verilen bu kötü müjdeden ötürü -bu zillete/bu küçük düşmeye rağmen, şimdi onu acaba tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün [diye düşünerek]- kıyı bucak insanlardan kaçar. Yazıklar olsun, izledikleri düşünce tarzı ne kadar kötü! [Bunun içindir ki,] kötü niteleme(ler) ahirete inanmayanlara yakışır; en yüce niteleme(ler) ise Allah'a. Çünkü, doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O'dur!’ (Nahl, 16/57-60)

 

 ‘Yoksa, Allah, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı? Nitekim onlardan birine, Rahmân'a kolayca isnad ettiği [çocuğun doğumu] müjdelenirse, yüzü kararır ve içi öfkeyle dolar: “Ne!” (diye şaşkınlıkla sorar), “[Bir kız sahibi mi oldum-] [yalnız] süs için var olan bir kız?” Bunun üzerine kendini belli belirsiz bir iç çatışmanın içinde bulur.’ (Zuhruf, 16-18)

 

 ‘Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman’’ (Tekvir, 81/8-9)

 

 Görüldüğü üzere İslam öncesi Araplar'ın gözünde kadın, erkeğin hayatını “güzelleştirmek/süslemek”ten başka bir fonksiyonu olmayan adeta bir eşya/mal gibidir. (Maalesef kadınlar hakkındaki bu yanlış telakki ayetlerden ve yaşananlardan da anlaşıldığı üzere günümüzde de halen devam etmektedir.) Bu itibarla Cahiliyye mantığı ile meseleye bakanlar yanlış toplumsal baskının tesiri ile bu cinayetleri işlemektedirler ki yaptıklarının yanlışlığı bu ayetlerle ortaya çıkmış olmaktadır.

 

Öte yandan şu soru akla gelebilir. ‘Peki İslamiyet hayâsızca davranışlarda bulunan kadınlarla ilgili olarak nasıl bir yaptırım on görmektedir?’ ‘Acaba işlenen bu namus ve töre cinayetine dayanak teşkil edecek bir ayet-i kerime Kur’an’da var mıdır?

 

Kur’an’a baktığımızda cinayeti onaylayan böyle ayet bulamadığımız gibi, tam tersine karşımıza şu ayetler çıkmaktadır.

 

 ‘Bunlar Allah tarafından konulan sınırlardır. Kim Allah'a ve Elçisi'ne tâbi olursa, Allah onu, mesken olarak içinden ırmaklar akan hasbahçelere koyacaktır; bu büyük bir mazhariyettir. Kim de Allah'a ve Elçisi'ne isyan eder ve O'nun [koyduğu] sınırları ihlal ederse, onu içinde yerleşip kalacağı ateşe atacaktır; ve onu alçaltıcı bir azap beklemektedir. HAYASIZCA davranışlarda bulunan kadınlarınıza gelince, aranızdan onların işlediği suça şahit olan dört kişi çağırın; bunlar onun için şahitlik yaparlarsa, suçlu kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara [tevbe etmeleri suretiyle] bir kapı açıncaya kadar evlerine hapsedin. Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın (cezalandırın). Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Doğrusu, Allah'ın tevbeleri kabul etmesi, ancak bilmeyerek kötülük işleyen ve sonra, zaman geçirmeden tevbe edenlere mahsustur. Allah onlara rahmetiyle tekrar yönelecektir, zira Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Oysa ne ölüm anına kadar kötülük işleyip duran, ama o an gelip çattığında “Şimdi tevbe ediyorum!” diyenlerin tevbesi kabul edilecektir, ne de hakikat inkarcısı olarak ölenlerin; Biz, işte böylelerine şiddetli bir azap hazırlamışızdır.’ (Nisâ, 13-18)

 

 Görüldüğü üzere bu ayetler hayâsızca davranışlarda bulunan kadınların işledikleri suça bizzat şahit olan dört kişinin çağırılması istemekte, bu güvenilir şahitlerin şehadetiyle ve delillerle suç sabit olursa, suçlu kadınlar kendi ecelleriyle ölünceye, yahut Allah onlar için bir başka kapı açıncaya kadar evlerde alıkonulmalarını ve yaşamlarını sürdürmelerini emretmektedir.

 

Bu kadınların yaşatılması görev ve sorumluluğu; o kadının ya da kızın kendi yakınlarına ya da insanın en temel hakkı olan yaşam hakkını korumakla görevli devlet organlarına yüklenmektedir. Ama bu sorumluluğu almak istemeyen kimi aileler, bu ayeti göz ardı ederek her zaman olduğu gibi işin kolayına kaçmakta ve bu tür kadınları/kızları hunharca katletmeyi namusun ve törenin gereği saymakta, böylelikle adaleti yerine getirdiklerini düşünmektedirler. Oysa bu cinayetler Rabbin buyruğuna açıkca karşı gelmek ve O’nun koyduğu sınırları bilerek ihlal etmek anlamına gelmektedir.

 

Aldığı yanlış bir kararla ve duygularına yenik düşerek zina etmiş bir kadını veya zorla ırzlarına geçilen kız çocuklarını, ailenin onayı olmadan kaçarak evlendiği için ölümü hak ettiği düşünülen genç kızı, yahut bir erkekle konuştuğu gerekçesiyle veyahut buna benzer başka bir takım sudan sebeplerle kadınları/kızları töre ve namus kavramlarına dayanarak öldürtmek son derece yanlıştır. Zira bu ayeti görmezden gelmek; başka ayetleri de yanlış yorumlamak ve toplumsal baskıya dayanarak bu cinayetleri işlemek açıkca Kur’an’ın bu emir ve tavsiyelerini reddetmektir. Kur’an’ın özünden ve ruhundan habersiz kalmayı yeğlemektir.

 

Dolayısıyla bütün bu ayetleri toplu olarak değerlendirdiğimizde görüyoruz ki, zina suçu sabit olan kadın ve erkeklerin hapis ve incitme gibi cezaları çekmiş olmalarının dışında  kesinlikle öldürülmelerinden söz edilmemektedir. Hal böyleyken bu cinayetleri işlemek; işlenmesi için baskı yapmak; işlemeye teşvik etmek, işlemek istemeyenleri hor ve hakir görmek cahiliyye mantığıyla meseleye bakmaktır. Bu durum ise Kur’an’ı rafa kaldırmak anlamına gelecektir. Hz. Peygamber bu gibi kimseleri ahiret gününde Allah’a şöyle şikayet edecektir.

 

 ‘VE [O GÜN] Rasûl: “Ey Rabbim!” diyecek,  “Kavmimden [bazıları] bu Kur’an'ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü!” (Furkan, 25/30)

 

 Yani, dünyevî istek ve tutkularına aykırı buldukları; ya da zamanın değişen şartları karşısında “geçerliğini yitirmiş” bir öğreti olarak gördükleri; veyahut gelenekleri ile çeliştiği gerekçesiyle Kur’an’ın emirlerine uymamak; Kur’an’ı adeta rafa kaldırmak ve gözden çıkarmak anlamına gelecektir. (‘Kur’an mesajının ulaştığı toplumların çoğu onu ilahî bir mesaj (vahiy) olarak gördükleri, görmekte oldukları ve dolayısıyla onun, kelimenin en geniş anlamıyla, her bakımdan “tutarlı ve her çağda geçerli” olduğuna inandıklarına göre, “benim kavmim” ya da “benim gönderildiğim toplum” ifadesi (kelimenin ne kavmî anlamı, ne de ideolojik anlamı itibariyle) Son Peygamber'in ümmetinin hepsini değil, fakat yalnızca ismen bu ümmetten olup ama gerçekte Kur’an’ı mesaja olan inancını bütünüyle kaybetmiş kimselere işaret ettiği anlaşılmaktadır.’ (Muhammed ESED, Kur’an Mesajı Meal Tefsir)

 

Dolayısıyla Kur’an’ın özünden uzaklaşan kimselerin töre ve namus cinayetlerine Kur’an’dan delil getirebilmeleri hiç bir şekilde mümkün görünmemektedir. Aksine onlar bu tür eylemleri ile Kur’an’ın ilkelerini önemsemediklerini göstermişler ve kıyamet gününde Hz. Peygamber’in aleyhlerine tanıklık etmesini kabul etmişlerdir.

 

Öte yandan bu açık ayetleri göz ardı etmek ve tam tersini yapmak Rabb’e karşı gelmek ve isyan etmekle aynı anlama gelebilecektir. Bu konuda şu ayetlere bakmamız yerinde olacaktır.

 

 ‘Dolayısıyla bu ayetleri göz ardı etmek Rabbin buyruğuna başkaldırmak değil de nedir?’ (Zariyat, 44)

 

 ‘….Buna rağmen hak ve adalet sınırlarını bilerek ve isteyerek ihlal eden için şiddetli bir azap vardır.’ (Bakara. 2/178)

 

 

 ‘….Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.’ (Bakara, 2/229, Ayrıca bkz. Talak, 65/1; Bakara, 2/187)

 

 ‘Bedevîler [arasındaki (esneklikten yoksundinî öğretilere/talimatlara karşı nisbî olarak daha kapalı, daha kavrayışsız ve mizaç olarak kaba/sert)  ikiyüzlüler] hakkı tanımaktan kaçınma tavırlarında ve ikiyüzlü davranışlarında [yerleşik insanlardan] daha ısrarlıdırlar ve Allah'ın, Elçisi'ne indirdiği öğretinin sınırlarını görmezden gelmek, [başkalarına göre] onlardan daha çok beklenen bir haldir. (Allah böyle diyorsa, bu böyledir) çünkü Allah her hükmünde ince-derin bir gerçeğe işaret eden mutlak ve sınırsız bilgi sahibidir.’ (Tevbe, 9/97)

 

Bu ayet-i kerime; genel olarak bu cinayetlerin işlendiği bölgelerin insanının Kur’an’a, hayata ve insana bakışını ortaya koyması bakımından ilginç olmakla beraber, ilahiyatçıların ve sosyologların töre ve namus cinayetlerinin yaygın olarak işlendiği bu yerler ve bunların nedenleri hakkında çalışırlarken üzerinde ciddi anlamda kafa yormaları gereken ilahi bir uyarı olarak değerlendirilebilir. 

 

Görüldüğü üzere; zina yapan veya yaptığından şüphe edilen kızın veya kadının aile kararı ile veya aile fertlerinden birinin kendi başına verdiği karar ile öldürülmesi; ölenin mezara, öldürenin hapishaneye gitmesi; böylelikle namusun kurtarıldığının zannedilmesi; toplumunda tamamen yanlış bir şekilde "helal olsun adama, gitti namusunu temizledi. Kızını/karısını öldürdü!" demeleri; öldürmediğinde ise aleyhinde konuşmaları ve onur kırıcı dedikodular yapmaları; bu cinayetleri işleyenlerin ise adeta özendirircesine ceza indiriminden faydalanmaları (eskiden vardı şimdi çok şükür bu indirim kaldırıldı) cahiliyye mantığının (esneklikten yoksundinî öğretilere karşı daha kapalı, daha kavrayışsız ve mizaç olarak kaba/sert bir din algısının) devamından başka bir şey değildir ve Kur’an’ın ilkelerine alenen karşı gelmektir. Belki bu dünyada törelere uygun davranmak, toplumun saygısını, takdirini ve onayını kazandırır. Ya bu ayetlere karşı gelmek hangi anlama gelir bunun üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekmektedir? Müslümanım diyen bir insanın, toplumda eski kültürlerin tesiriyle oluşturulmuş yanlış bir algıya dayanarak duygularıyla hareket etmesi; bu ayetlere karşı gelmesi; cinayet gibi bir büyük suçu işlemesi zulümdür ve kanaatimizce çok büyük bir vahşettir.

 

 Diğer taraftan bu namus ve töre cinayeti gibi bir suçu isleyen kişinin dünyada yaşayan bütün insanların İslam dinine bakışını olumsuz etkilemesinin, Müslümanların tamamının imajlarını zedelemesinin vebali ise kat be kat daha büyük olacaktır...

  

Bu konunun din ve ahlakta hiç bir yerinin ve değerinin olmadığını belirten İslam Hukukunda otorite olan Prof. Dr. Hayreddin KARAMAN ise; töre ve namus cinayetlerinin sebep ne olursa olsun, çirkin bir cinayet olduğunu, bırakın şüpheyi, dedikoduyu, kişi karısını zina yaparken yakalasa bile onu öldürme hakkının olmadığını; öldürürse cinayet işlemiş olup cezasını çekeceğini söylemektedir. Hala inatla ve ısrarla ‘Peki öldürmeyip de ne yapacak’ diyenlere Kur’an’ın cevabını yukarıda verdik. Hayreddin Karaman Hocamız konu ile ilgili olarak son sözlerini şu şekilde ifade etmektedir: ‘Hem âyetler hem de hadisler ve uygulama açıkça ortaya koyuyor ki, hiçbir kimsenin, kendi başına karar vererek namus/töre uğruna insan öldürmesi caiz değildir, öldürürse cinayettir, günah ve suç işlemiş olur ve cezasını çeker.’ (Hayreddin Karaman, Yeni Şafak, 16 Temmuz 2006)

 

Özetle ifade edecek olursak töre ve namus adıyla işlenen bu tur cinayetlerin İslam dini ile uzaktan yakından hiç bir alakası yoktur. Hz. Peygamber’in uygulamalarına tamamen aykırıdır. Yanlış din algısı, eski kültürlerin tesiri, cahiliyye toplumunun baskısı ve duyguların ifsad edici gücüyle işlenen bu cinayetlerin savunulacak hiçbir tarafı ve haklılığı yoktur. Bu cinayetleri işleyenlerin en ağır cezalara çarptırılmaları benzer cinayetlerin işlenmemesi için caydırıcı bir rol oynayabilecektir. Ayrıca toplumda bulunan bu yanlış algının düzeltilmesi için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Bizim bu mütevazı makalemiz kendi adımıza bu sorumluluğu yerine getirme kaygımızın bir sonucudur. Bu cinayetlere sessiz kalmayarak bu aleni zulmü onaylamadığımızı bu şekilde ortaya koymuş olduk. Zira her sorumluluk sahibi din adamının Kur’an ve Sahih Sünnete dayalı düşüncesini bu şekilde ortaya koyması kaçınılmaz bir görev olmalıdır. Koymayanların bu sorumluluklarının bilincinde olamadıklarını söylemek ise yanlış olmasa gerektir. (05.05.2010)

 

Dr. Ahmet Emin SEYHAN


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     
Çalışmalarınız ve ödevleriniz için her türlü kaynak ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!
          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!